OBAMA'NIN İRAN STRATEJİSİ BUSH İLE ÖZDEŞLEŞTİ
Başbakan Erdoğan El Pais gazetesinin, İsrail’in İran’ı havadan vurma olasılığına ilişkin sorusuna haklı olarak, "İsrail’in böyle bir şey yapması bölgede sonu tahmin ve tasavvur edilemeyecek felaketlere yol açar" demiş… Ancak, şu sıralarda ABD’de İran’a yönelik bir askeri harekat medyada ciddi ciddi tartışılıyor. Bazı aklı evvel yazarlar da Başkan Obama’nın halk gözünde kaybettiği prestij ve itibarı ancak böyle bir operasyonla kazanacağı görüşünün savunuculuğunu yapıyorlar. Tabiatıyla, Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun (UAEK) İran’ın hedefinin nükleer silah kapasitesine sahip olmak olduğu yolundaki açıklaması da şahinlerin görüşlerine ağırlık kazandırdı. Bu arada, ABD ve diğer Batılı devletler Rusya’yı da yanlarına alarak, İran’a karşı BM Güvenlik Konseyi’nden ağırlaştırılmış yaptırımlar öngören bir kararı geçirmek için seferber olmuş durumdalar. İşte böyle bir ortamda, Cumhurbaşkanı Ahmedinecat’ı "dost" olarak ilan etmiş olan Başbakan Erdoğan, dünyadaki genel kanıya ters düşme riskini de göze alarak İran’ın nükleer silah yapmak niyeti olmadığına kefil oluyor ve bu ülkeye karşı yapılacak bir askeri operasyonun yanlışlığını müttefiklerine var gücüyle anlatmaya çalışıyor. Doğal olarak, Türk Hükümeti’nin gösterdiği bu yakın dostluktan Tahran’ın etkilenmesi ve Dışişleri Bakanı Davudoğlu’nun, Türkiye’nin ABD ile İran arasında arabulucu olması önerisini kabul etmesi gerekmez miydi? Oysa, İran Dışişleri Bakanı Manuçehr Muttaki, Davudoğlu’nun önerisini alenen reddetti. Ancak, Tahran’ın bu tutumunun izahı kolay değil... Acaba, İran, AKP Hükümeti’nin ABD’nin Ortadoğu’daki "sinsi taşeronu" olduğunu zannettiğinden mi güvenmiyor? Yoksa, Türkiye’nin ABD ile temas sürecine dahil olmasının siyasi manevra alanını daraltıcı bir etki yapmasından mı endişe ediyor? Şu anda, elimizdeki verilerle, bu konuda kesin bir şey söylememiz zor…
İRAN’IN NÜKLEER PROJESİ
İran’ın dini ve siyasi liderleri, ülkelerinin ve rejimlerinin varlığının, ABD ile İsrail’den kaynaklanan yaşamsal tehdit altında olduğu kanısındadırlar. Bu nedenle, düşmanlarını caydırmanın yegane çaresinin nükleer silaha sahip olmak olduğu hususunda sarsılmaz bir inanca sahiptirler. Bu bakımdan, abluka ve ambargo gibi yaptırımlarla İran’ı nükleer projesinden caydırmanın mümkün olacağını düşünmek abesle iştigaldir. Bu gerçeği görmemek ancak akıl fukaralarının harcıdır. Başkan Bush’un Irak’ta başlattığı savaştan sanki İran muzaffer çıkmıştır. Ortadoğu’da değişen dengeler İran’ı bölgesel bir güç haline getirmiş ve Tahran’a nükleer projesini sürdürme hususunda özgüven kazandırmıştır. İran bugün bir ahtapot gibi Ortadoğu’nun her yönüne ulaşan kollarıyla olayları etkileme ve bir saldırıya maruz kaldığı takdirde de ABD’nin bölgedeki en hassas çıkarlarına ciddi boyutlarda zarar verme imkanını kazanmıştır. Nitekim, Irak, "sanki İran’ın bir vilayeti haline dönüşmüştür". Tahran, Irak’ta devletin her kademesinde etkinliği hissettirmekte ve ülkenin istikrarını derinden sarsabilecek unsurların kontrolünü elinde tutmaktadır. Ayrıca, İran, İsrail’e karşı "destansı" direnişiyle kendini kanıtlayan Hizbullah üzerinde sahip olduğu nüfuz sayesinde gücünü Akdeniz sahillerine kadar yansıtmıştır. Filistin sorununda kilit unsur olan Hamas’la ilişkileri çok kuvvetlidir. Bunlara ilaveten, Körfezi’nin Batı sahillerindeki petrol ve gaz zengini nahif Arap monarşilerindeki Şii cemaatler üzerindeki nüfuzu ve Taliban ile ilişkileri, İran’ın güç ve etkinliğini ortaya koymaktadır. İran’ın bölgedeki etkinliğini çarpıcı biçimde artırmasına yol açacak bir gelişme de, ABD’nin askerlerini Irak’tan çekmesi sonucunda bu ülkenin etnik ve mezhepsel fay hatları ekseninde parçalanması olacaktır. Bu durumda güneyde doğacak boşluk İran tarafından doldurularak Irak petrol rezervlerinin yüzde 65-70’ine sahip olacak ve Tahran’ın vesayeti altına girecek bir Şii devleti kurulacaktır. Bunu fırsat bilen ABD, kuzey Irak’ta kurulacak Kürt devletine yerleşerek burayı askeri bir üs haline dönüştürecekse de, bu yeni jeopolitik şekillenmede İran’ın Körfezin iki kıyısını da kontrol etmesi Washington için tam bir kabustur. Zira, bu konumdaki bir İran’ın bir de nükleer silaha sahip olması olasılığı, ABD’nin "Büyük Stratejisi" açısından kabul edilemez ve mutlaka bertaraf edilmesi gereken bir tehdit niteliğindedir.
REJİMİ DEVİRMEK HAYAL
ABD’nin İran’da muhalefeti güçlendirerek rejimi devirme planı bir hayalden ibarettir. Bir kere rejim, siyasi ve askeri açılardan gayet sağlam bir şekilde yapılanmıştır. İkincisi, İran’da muhalefetin rejimi çökertecek bir güce erişmesini beklemek gerçekçi değildir. Üçüncüsü, muhalifler iktidara gelse bile, bu, İran’ın nükleer politikasını etkilemez, zira "bu konuda muhalefet lideri Mir Hüseyin Musavi en az Cumhurbaşkanı Ahmedinecat kadar kararlıdır. Bunun sebebi, reformcu ve muhafazakarı ile birlikte İran halkının nükleer silah üretimi konusunda son derece güçlü hislere sahip olmasıdır." Bu durumun ABD’ye askeri müdahaleden başka bir seçenek bırakmadığını düşünenler olabilir. Ancak, ABD’yi askeri seçeneğe başvurmaktan caydıran üç neden mevcut. Birincisi, Irak ve Afganistan/Pakistan savaşları güç ve enerjisini tüketirken ve ağır ekonomik krizin etkileri silinmemişken, ABD’nin bir ilave cephe açmasına ülke kaynaklarının elvermemesidir. İkinci neden, Irak’la mukayese edilemeyecek kadar güçlü olan İran’a karşı girişilecek klasik bir kara harekatının başarı şansının sıfır olması ve sadece havadan bombardıman ile de sonuç alınamayacağı endişesidir… ABD’nin arka planda kalarak İsrail’e yaptıracağı bir hava saldırısına gelince, böyle bir operasyon pek büyük ölçekte olamayacağı cihetle, ne ülke sathına yayılmış ve gizlenmiş olan nükleer tesislerin tümüyle imhasını sağlayacak, ne de İran’ın bölgedeki güç ve etkinliğini yıpratma sonucunu doğuracaktır. Böyle bir saldırının yegane sonucu, İran halkının Cumhurbaşkanı Ahmedinecat etrafında kenetlenmesini sağlamak olacaktır. Görüleceği üzere, bugünün koşulları devam ettiği sürece ABD’nin İran’a askeri operasyon yapması mümkün değil.. Ancak, ABD kuvvetlerinin çekilmesinden sonra Irak’ta iç savaş patlak vermez ve Afganistan’da Taliban kontrol altına alınabilirse, durum değişir ve müdahale gündeme gelir..
20.04.2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder