22 Şubat 2016 Pazartesi

BÜYÜKELÇİ: BİZ ONU SATIN ALAMAYIZ


 
BÜYÜKELÇİ: BİZ ONU SATIN ALAMAYIZ


Belçika Büyükelçisi, Bosna, ABD İstanbul Konsolosu bir yemekte konuşurken, Bosna Konsolosu bir hanımefendi, kendisiyle Bosna Savaşı'nda tanışmıştık, o bana aktardı. 'Seninle olan tanışıklığımızı bilmedikleri için Belçika Büyükelçisi dedi ki ABD konsolosuna; 'bu BBP'ye çok dikkat edin' diyor. Ben de konu açılsın diye; 'BBP'nin Meclis'te milletvekili bile yoktur ona niye dikkat edilsin' dedim.

Belçika Büyükelçisi de 'şu an küçük ama bir kere tutturursa çok süratle büyüyecek bir tabana sahip, eğer bir kere gelirse de kolay kolay gitmez. Muhsin Yazıcıoğlu ilkelerinde çok katı duran bir siyasetçi' ifadesini kullanıyor. Açıkça elçi 'biz onu yönetemeyiz' diyor. Evet!.. Yönetemezler doğru, ne demiş oluyor? Biz onu satın alamayız. Doğru. Benim partime 4 tane bakanlık verildiği zaman da satın alamadılar."
'AMERİKAN ELÇİLİĞİNDEN BANA ÇOK GELİP, GİDEN OLDU'

7 Mart 2009 tarihindeki BBP Lideri Muhsin Yazıcıoğlu'nun Sivas Şarkışla'daki mitinginde ayrıca ABD konsolosunun da BBP'ye sürekli gidip geldiğini ve yol yaptığını dile getiriliyor. Muhsin Yazıcıoğlu'nun mitingde kullandığı ifadeler şu şekilde: "Ben çocukluğumdan beri bir şeye söz verdim. Arkasını önünü görmediğim, bilmediğim hiçbir güce yaslanmayacağım. O emperyalist devletlerin, güçlerin hiçbir zaman uşağı olmayacağım. Onlar beni yönetmeyecekler. Onlar beni yönlendirmeyecekler, ben Anadolu insanıyla bunu yapacağım dedim. Bunları biz çözeceğiz, biz aşacağız dedim. Eğer mandacılığı kabul etseydi Atatürk, çok daha kolay belki devlet başkanı olurdu. Ama o zamankiler de manda ve himaye dediğimiz başka bir devlete yaslanarak iktidar olma yolunu seçmediler. O yoklukta çarıkları yoktu, o yoklukta milli bir mücadele verdi ve başardılar. Arkadaşlar bana çok gelip, beni denediler. Amerikan elçiliğinden de suyolu ettiler bizim partimizi. Birçokları geldi gitti. Hatta 1995'te yayınlanan Amerikalıların bir araştırma raporu var. Raporda benim için 'uyuyan bir aslan, bir gün uyanırsa' ifadeleri geçiyor. Tüm hesapları onu göre yapıyorlar. Bu uyuyan aslan ayağa kalkarsa kim korkar? Anadolu insanı korkar mı? Açıkça 'engelleyin' diyorlar."
 
 
 
 
 
 
..

Kürt Açılımından Ermeni Açılımına,

 

Kürt Açılımından Ermeni Açılımına

Kürt açılımından Ermeni açılımına
AKP'nin yürüttüğü "PKK açılımı" nın arkasındaki gizli el International Crisis Group, Türkiye'deki temsilcisi Açık Toplum Vakfı ve bileşenleri aracılığı ile "Ermenistan-Türkiye" ortak yapımı belgesel film çektirecek.
International Crisis Group  (Uluslararası Kriz Grubu-ICG), yayınladığı aylık raporlarla AKP-BDP-Kandil-İmralı tarafından yürütülen "PKK açılımı" nı yönetirken, uzantıları durumundaki çeşitli uluslararası ve yerel sivil toplum kuruluşları aracılığı ile de Türkiye'deki bölücü faaliyetlerini de yürütüyor. ICG'nin Türkiye'deki temsilcisi Açık Toplum Vakfı ve bileşenleri, bir taraftan Kürt, bir taraftan da Ermeni sorununu alevlendirmek için her filmi çeviriyor. Açık Toplum Vakfı'nın desteğiyle oluşturulan Anadolu Kültür Derneği ve Ermenistan Türkiye Sinema Platformu, Avrupa Birliği destekli "Ermenistan-Türkiye Normalleşme Süreci Destek Programı" kapsamında "Ermenistan-Türkiye" ortak yapımı belgesel film çevrilmesi çağrısında bulundu.  
 
Tehcirin 100. yılına hazırlık

 Anadolu Kültür Derneği'nden yayınlanan açıklamada; Avrupa Birliği destekli Ermenistan-Türkiye "Normalleşme Süreci Destek Programı" kapsamında gerçekleşecek projede, seçilen 10 eserin "Geliştirme Atölyesi'çalışmasının  14-16 Nisan 2014 tarihleri arasında olacağı bildirildi. 33. İstanbul Uluslararası Film Festivali sırasında çalışacak atölyeden seçilecek bir proje, platformun film fonu tarafından desteklenecek. Atelye çalışması, tam da İstanbul Uluslararası Film Festivali dönemine denk getirilerek girişimin tüm dünya sinemacıları sayesinde reklamının yapılması hedeflenmiş. Projeye katılım şartları çok açık. Film projesi, Ermenistan-Türkiye ortak yapımına uygun olacak. İki ülkeden sinemacıların oranı en az % 35 - % 65 olacak. Açıklamada; seçilen filmin Temmuz 2015'e kadar hazır olması şartı belirtiliyor. Buradan 1915 yılındaki Ermeni Tehciri'nin 100. yıldönümüne hazırlık yapıldığı anlaşılıyor.
 
Paralar Soros'dan

Anadolu Kültür Derneği'nin Yönetim Kurulu Başkanı, Açık Toplum Vakfı'nın mütevelli heyeti üyeliğini İshak Alaton, Can Paker ve Murat Sungar'la birlikte paylaşan Osman Kavala. 2002 yılında kurulan Anadolu kültür Derneği, TESEV ile de (Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı) paralel bir yapı. Bünyesinde Diyarbakır Sanat Merkezi, DEPO ile Balkanlar, Orta Doğu, Kafkaslar, Kuzey Afrika ve ötesinde faaliyet gösteren kişiler arasında işbirliğini sağlayacak " Red Thread " adlı aktif bir platform bulunuyor. TESEV Yönetim Kurulu Başkanı Can Paker, George Soros'un ABD merkezli Açık Toplum Enstitüsü'nden (OSI-Open Society Institute) fonlandıklarını kendi ağzından söylemişti. George Soros, dünyanın 30 önemli şehrinde merkezi, 34 şehrinde ise çalışma ofisi olan; ana merkezi Belçika'nın başkenti Brüksel'de bulunan devasa örgüt ICG'nin de Yönetim Kurulu'nda. 
 
Abramowitz'den-Barkey'e

International Crisis Group, Ağustos-Eylül 1995'te Bosna NATO tarafından bombalanırken kuruldu. İlk Mütevelli Heyet Başkanı ABD'li Senatör George Mitchell. Grubun ilk yöneticilerinden biri ise BM Kalkınma Programı eski başkanı, daha sonra BM Genel Sekreter Yardımcısı ve İngiltere'nin Afrika-Asya ve Birleşmiş Milletler'den sorumlu Bakanı Mark Malloch-Brown. Diğer yönetici ise Türkiye ve Tayland eski ABD Büyükelçisi, Uluslararası Barış için Carnegie Vakfı Başkanı Morton Abramowitz. Kriz grubu, aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 70 ayrı bölge için her ay Kriz Bülteni hazırlıyor. Tarafların nasıl davranması, neler yapması gerektiğini rapor ediyor. Grupla aynı çatı altında bulunan Carnegie Vakfı'nın uzmanlarından biri ise CIA'nın Türkiye uzmanı Henri Barkey. Barkey'i, Türkiye kamuoyu, 2003'te verdiği bir konferansta AKP ile birlikte " Türk Ordusunu çok sıkı bir kafese kapattık " sözleri ile hatırlıyor. 
 
Son talimat özerklik

İşte bu Uluslararası Kriz Grubu ( International Crisis Group) tarafından düzenli olarak hazırlanan raporlarda önerilenler, AKP ve PKK tarafından bir bir uygulandı. Örneğin;13 Haziran 2011 tarihli raporda; " Yalnızca Kürt milliyetçi fikirleri destekleyecek biçimde gösteri yapan, konuşan ve yazanların terörist atfedilerek orantısız cezalara çarptırılmamasını veya cezaevine girmemesini garanti altına alacak şekilde Terörle Mücadele Yasası, Ceza Yasası ve diğer mevzuatın değiştirilmesi " önerisi yapıldı. Bu; 4.Yargı Paketi kapsamında hayata geçirildi. 11 Eylül 2012 tarihli " Türkiye: PKK'nın Silahlı Mücadelesine Son Vermek " adlı raporda; istenen ateşkes, bambardımanlara son vermek, PKK'lıların sıınır ötesine çekilmesi taraflarca uygulandı. 30 Kasım 2012 tarihli raporda ise Türk hükümetinden, gerek ülke çapında gerekse Diyarbakır'da belediyelerin yönetimi ve yerinden yönetime ilişkin bir tartışma ortamına öncülük etmesi isteniyor. 
 
Şimdi de onlar göç ediyor

Suriye'nin Lazkiye kentine bağlı Keseb kasabası ve çevresinde kontrolü ele geçiren muhalifler, Türkiye'ye sığınmak isteyen Ermeni kökenli 18 Suriyeli'yi Türk yetkililere teslim etti. Rejimine bağlı birliklerle muhalifler arasında, Keseb kasabası ve çevresindeki çatışmalar yaklaşık 12 gündür sürüyor. Çatışmalardan etkilenmemeleri için güvenli bölgede tutulan ve Türkiye'ye sığınmak isteyen Ermeni kökenli 7'si kadın 18 Suriyeli, muhaliflerce Keseb Sınır Kapısı'na getirildi. Bu kişiler, muhaliflerce Yayladağı Kaymakamı Turan Yılmaz, İlçe Emniyet Amiri Akif Kızılkaya ve gümrük personeline teslim edildi. Minibüsle ilçe merkezine getirilen Ermeni kökenli Suriyeliler, öğretmenevinde misafir edildi. Aralarında yaralıların bulunduğu sığınmacılardan yürümekte zorlananlar, tekerlekli sandalye ile taşındı. 
 
Salim YAVAŞOĞLU.,
 
 
 
..
 

Dünya Boks Şampiyonu Arık, Kemeri Anıtkabir'e Armağan Edemedi




Dünya Boks Şampiyonu Arık, Kemeri Anıtkabir'e Armağan Edemedi


09 Ocak 2016 Cumartesi 14:14

 
 
Dünya Boks Şampiyonu Arık, Kemeri Anıtkabir

Dünya Boks Şampiyonu Ünsal Arık, kazandığı Dünya Şampiyonluk Kemerini, Anıtkabir'de düzenlenen törende ‘Türk milleti’ adına Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Spor Okulları ve Özel Eğitim Komutanlığı'na armağan edemedi.

Dünya Boks Şampiyonu Arık, Kemeri Anıtkabir'e Armağan Edemedi.

Dünya Boks Şampiyonu Ünsal Arık, kazandığı Dünya Şampiyonluk Kemerini, Anıtkabir'de düzenlenen törende ‘ Türk milleti ’ adına Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) Spor Okulları ve Özel Eğitim Komutanlığı'na armağan edemedi. Arık, sebebini ise "Bize kötü bir haber geldi. Önce müzeye kabul edilir mi edilmez mi karar verilecekmiş. Müzeye kabul edilir mi edilmez mi? ben o kararın niye böyle verildiğini biliyorum. Ama onu da konuşmaya gerek yok." dedi.
 
Ünsal Arık ile Hak ve Eşitlik Partisi (HEPAR) Anıtkabir’i ziyaret etti.
 
 Aslanlı yoldan yürüyerek mozoleye geldi. Çelenk bırakılmasının ardından saygı duruşunda bulunuldu, ardından Anıtkabir önünde hatıra fotoğrafı çektirildi. Misak-ı Milli Kulesi'ne geçen Arık, özel deftere ise "Çocuklarımıza seni ve kurduğun Cumhuriyeti anlatacağım. Doğruyu bilen yanlışı görür." ifadelerini yazdı.
 
Ünsal Arık daha sonrasında gazetecilerin sorularını cevapladı. 'Türkiye’deki iktidar partisinin yöneticilerinden tebrik aldınız mı?' sorusuna Arık, " Maalesef alamadım. Atatürkçü olduğum için. Yolumuz açılmayacak. O tişörtün üzerinde bu ülke Atatürk’ün Tayyip’in değil yazıyordu. Yalan söylemedim. Bu ülkeyi Ulu Önder Atatürk kurduğu için ben düşüncemi söyledim. Bu bazı kişilerin hiç de hoşuna gitmedi. İlk başta çok kötüydü. Ölüm tehditleri geldi." diye cevap verdi.
Ölüm tehditlerinin yanında olumlu gelişmelerin de yaşandığına dikkat çeken Arık, taraftar kitlesinin büyüdüğünü söyledi. Kendisine destek olunduğunu söyleyen Arık, " Maalesef gereken o da maddi destek gelmedi. Her gün kendimi yalnız hissediyorum, tek gücüm ise ailem.

Tekirdağ’daki maçta o tişörtü giydiğim gün yalnızlığa itildim. Babam bana emekli parasıyla destek verdi. Ben o parayla maça çıktım." diyerek tepki gösterdi.
Kendisinin yolunun açılmayacağına vurgu yapan Arık, "Kararı verme nedenim. Benden sonraki nesiller bu sorunu yaşamasın. Ben artık biliyorum. Ünsal Arık’ın önü kolay kolay açılmayacak. Benim önüm her zaman kapanacak. Çünkü ben yolumu belirledim. Bugün bu bayrak dalgalanıyorsa Atam'ın sayesinde, bunu hiç kimse unutmasın." diye konuştu.
 
Dünya boks şampiyonluk kemerinin Anıtkabir’e armağan etmek istediğini ancak edemediğini dile getiren Arık, sebebinin sorulması üzerine ise gerekçesini şöyle açıkladı:
 
"Bize kötü bir haber geldi. Önce müzeye kabul edilir mi edilmez mi karar verilecekmiş. Müzeye kabul edilir mi edilmez mi? Ben o kararın niye böyle verildiğini biliyorum. Ama onu da konuşmaya gerek yok."
Kariyerinin devam edip etmeyeceği sorusuna ise Arık, sponsorlara bağlı olduğunu söyledi. Arık, "Bulunacak sponsorlara bağlı. Her kapı kapalı. Sponsor olmak isteyenler veremiyor, şirketleri kapanacak diye korkuyorlar. Türkiye bu hale geldi. Bir cumhurbaşkanı veya
parti bir sporcu ile uğraşıyorsa bu ülkenin zaten zavallılığını gösteriyordur." dedi.
 
"TÜRKİYE’DEN ÇOK BİR ŞEY İSTEMİYORUZ, DESTEK OLSUNLAR YETER"
 
Ünsal Arık’ın babası Mustafa Arık ise yaşananlara tepki gösterirken, "Şuana kadar buralara kendi tırnaklarımızla kaza kaza geldik. 4 bin 500 lira Tekirdağ’a giderken ben verdim. Allah oğluma dünya şampiyonluğunu nasip etti bunun gururunu yaşıyorum." diyerek, şunları söyledi:
"Almanya’da dünya şampiyonu olduğunda doğduğu şehrin belediye başkanı tören düzenledi. Altın defterlerine imza attı bizi onurlandırdılar. Biz Türkiye’den çok bir şey istemiyoruz, sırtımızı sıvazlasınlar yeter. Biz sadece destek istiyoruz. Maalesef bütün kapılar kapalı. Yapmak isteyenler de yapamıyorlar."
 
 
 
 

11 Şubat 2016 Perşembe

Seçim Saçmalıkları,



 
Seçim Saçmalıkları,



Yekta Güngör Özden
 
Yekta Güngör Özden
 
09.02.2009/Sayı:223
 
Soylu ve düzeyli bir yönetim yarışması olması gereken seçimler giderek çirkinleşen oy alma çalışmaları nedeniyle gölgeleniyor. Demokrasinin en belirgin koşullarından biri olan seçimlerin geleceğe yönelik tasarımlarla, nitelikli adaylarla, uygar ve gerçekçi davranışlarla başlayıp bitmesi gerekirken oy ve iktidar için her yola başvuruluyor, her ödün veriliyor, her yöntem geçerli sayılıyor. İlkeleri benimseyip benimsememelerine bakılmadan yakalarına CHP rozetini Genel Başkanının taktığı çarşaflı hanımlar partiden ayrılarak rozetlerini çakırdılar. Gericilerle aynı çizgiye düşüren bu ödün yetmiyormuş gibi bu kez çocuklara Kur’an ezberletmeden başka bir işlevi olmayan Kur’an Kurslarını açma konusunda Kocaeli Belediye Başkan adayının verdiği söze Genel Başkanınca destek çıkılan CHP onarılmaz bir yara aldığının, nitelik yitirdiğinin, kendisine AKP’nin gitmesi için oy verecekleri bile kırdığının bilince görülmemektedir. Siyaset, particilik bu duruma düşürüldükçe ülkenin geleceği için umutlu olmak güçleşmektedir. İktidar partisinin Davos’taki kabadayılık gösterisinin ülke yararlarını iç ve dış sorunlar bağlamında olumsuz etkilediği gerçeği ortada iken, temel konularda gerçekçi sözleriyle açılımlar beklenen CHP kendini yadsıyan bir bocalama içindedir. Yapmayı önceden tasarladığı anlaşılan Başbakanın deneyimsizlik, yetersizlik, şaşkınlık ve aşırılıkla açıkladığı tepkisi konumuyla asla bağdaşmayan biçimde başlamış ve bitmiştir. Yandaşlarının tüm çabalarına ve abartılı yansıtmalarına karşın Davos bir hezimettir. Mustafa Kemal’le, İnönü’yle karşılaştırılması, “Fatihlik ve kahramanlık” nitelemeleri gülünçtür. Alkışlayanların İran, Filistin kaynaklı olması nerelere düşüldüğünün kimlerle birlikte olduğunun kanıtıdır. Oysa, daha anlamlı sözlerle daha ağır eleştiri yapılıp yanıt verilir ama daha olgun ve saygılı davranılabilirdi. Dış ilişkileri yerel seçimler için kullanmak ayrı bir sapmadır. Kusuru yoğunlaştıran ve ağırlaştıran sakıncadır.
 
 
    Yazarımız Yekta Güngör Özden,
31 Ocak 2009 tarihinde Cumhuriyet Gazetesi Ankara Temsilciliği’nde
“ Anayasal Gelişmeler ve Özlemler”
konulu etkinliğe katıldı.
 
Anayasal gelişmeler ve özlemler
 
 
Anayasal gelişmeler ve özlemler
 
Anayasal gelişmeler ve özlemler
Anayasal gelişmeler ve özlemler
Yekta Güngör Özden, geniş katılımlı gerçekleştirilen etkinlikte yaptığı konuşmada özellikle şu noktalara dikkat çekti:
 
-Faili maçhul cinayetler aydınlanmadıkça başta görevli ve sorumlu yöneticiler, herkes sorumludur.
-Anayasa, ulusal yaşam andıdır.
-Anayasa Mahkemesi 12 Eylül anlayışından uzaklaştırılarak yeniden yapılandırılmalıdır.
-Recep Tayyip’i Atatürk ve İnönü ile karşılaştırıyorlar. Onlar kim bu kim.

Yeterli demokrasi bilgisi olmayan Başbakan, Filistin’deki terörden yana görülmüş, Irak ve Afganistan tutumuyla çelişen, PKK konusundaki çabalara ters düşen bir Hamas savunuculuğu ve yandaşlığı damgasını yemiştir. Yerel seçimler nedeniyle yaptığı konuşmalar, “Yola devam” sloganında gizlediği amaçları, kimi adaylarıyla ilgili söylentiler, seçim listelerine ilişkin yakınmalar şimdiden kuşkulu bir seçim olasılığında birleşmektedir. Yüksek doğalgaz zammı, küçük indirimle yetersiz bulunurken elektrik ücretinde yapılacağı söylenen indirime şimdiden dudak bükülmektedir. Beyaz eşya dağıtımına kadar uzanan sözde yardımlarla oy toplama çabası, kömür dağıtımıyla artan eleştirileri doruğa taşımıştır. Seçimler bu saçmalıklarla seçim olmaktan çıkma, bir tür varlık yarışması, güç denemesi biçimine dönüşmektedir.
 
Ergenekon adı verilen Ümraniye Olayları Soruşturması yargıya yönelik eleştirilere neden gösterilmekle üzücüdür. Kovuşturma evrelerinde gerçeğin saptanarak, adaletin gerçekleşeceği umudunu boşa çıkaracak durumlardan kaçınılması beklenmektedir. Sanıklardan birinin uydurup yazdığını öbürünün belge sayarak suçlamalarına dayanak gösterdiği düzmece kanıtların bulunduğu da yazılmaktadır. Geciken iddianame, sonu gelmeyen soruşturma, yargının doğasına aykırıdır. Yargıya zarar verecek her tür işlem ve eylemden kaçınmak başta görevlilere düşen bir meslek borcudur. Yurttaşların adalet konusunda görevlilere yardımı uygarlığın gereklerinden biridir. Özellikle suçluların saptanması toplumsal aydınlık için zorunlu bir olgudur. Adalet ve Demokrasi Haftası’ndan Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Ahmet Taner Kışlalı, Bahriye Üçok, Turan Dursun, Necip Haplemitoğlu ve öbür yitirilenler için özlenen yargısal sonuç gözetildiğinde herkesin sorumluluğu daha iyi anlaşılmaktadır.
İktidar tarım destekleme ödemelerine başlamıştır. Seçim öncesi çabalar içtenlik konusunda duraksamalar yaratmaktadır. Medyanın büyük kesiminin ekonomik güçlüklerle boğuşan halkımızın sorunlarını bırakıp oyalayıcı izlenceler düzenlemesi düşündürücüdür. Davos’taki skandalı içlerine sindirenler, İsrail’le ilişkileri yumuşatma çabalarının ayırdına varmayanlar, ulusal onurun bilincinde olmayanlar dalkavukluğa, yalakalığa, şakşakçılığa soyunurken ayrılıkçı ve bölücülerle ırkçı ve dinci yıkıcılar boş durmuyorlar. Seçim nedeniyle kalkışmalar, ayaklanma denemeleri, kolluk güçlerine saldırılar sürüyor. Yapıcı, önleyici, etkin ve gerçekçi hiçbir önlem yok. Ülkesini ve ulusunu düşünen az, partisini ve kendini düşünen çok. Öz’enli olmayan öz’lü, öz’lü olmayan da öz’lü olamaz.
İktidarın ve anamuhalefet partisinin seçimlere ilişkin tutumları başta olmak üzere genel gidişlerinin tepki çeken yönleri giderek artmaktadır. Partililerin yönetimler üzerinde etkinlikleri olmadığından, Genel Başkan ağırlığı dikta türünde aşılmaz duruma geldiğinden üyelerin eleştiri ve önerilerine kimse aldırmıyor. Kur’an Kursu açılımı ne ölçüde yanlış ve sakıncalı ise beyaz eşya dağıtımı da o ölçüde demokrasi ahlâkını bozacak bir başıbozukluktur. Ne var ki partilere yandaş medya kendileri için yakın ve uygun olanların eleştirisinden kaçınıyor. Türkiye’de oy ve iktidar için yapılmayacak şeyin kalmadığı gözleniyor. Hukukun, adaletin, dürüstlüğün, doğruluğun, gerçekçiliğin, saydamlığın, yansızlığın, bilimselliğin, soyluluğun, onurluluğun, çalışkanlığın, bilginin anlam taşımadığı kanısının uyanması ve yaygınlaşması ulusal yaşam için en tehlikeli belirtilerdir.
 
Giderek artan işsizlik, hastalıklar, yoksulluklar, haksızlıklar, kapanan iş yerleri, insanı insanlığından utandıracak suçlar, siyasal olaylar, tüm aykırılıklar ve bozulmalar göz ardı edilip seçim, oy, iktidar için tüm değerlere saldırılmaktadır. Önemli iç ve dış sorunlar sahipsizdir. Ulusal yapı, toplumsal barış, eğitim-öğretim sorunları bir yana atılmıştır. Şimdi de Uluslararası İslâm Üniversitesi düşünülmekte, kurulmasına çalışılmaktadır. Dinsel açılım yavaş yavaş, dolaylı yöntemlerle temel alınmaktadır. Bir yanda dincilerle kürtçüler, bir yanda karşı görünüp bunlarla bir olan yalancı, sahteci, onursuz, kişiliksiz, birbirinin yalanını belge sayan ahlâksızlar. Yazık oluyor Türkiye’mize.
 
Kitap
 
İzmir Barosu’nun önceki Başkanlarından Avukat Güney Dinç’in Yapı Kredi Yayınları arasında çıkan “ Mehmet Nail Bey’in Derlediği Kartpostallarla Balkan Savaşı (1912-1913) ” adlı yapıtını tarihimizin görsel belgesi olarak kutlanması gereken bir çalışma niteliğiyle okurlarımıza öneriyoruz.
Atatürk konusunda araştırmaları, yararlı çalışmaları yapıtları bulunan S. Eriş Ülger’in “Zaferin Gölgesinde Lâtife Hanım, Bilinmeyen Sırları” adlı yeni kitabı Truva yayınları arasında çıktı. Atatürk karşıtlarının yalan-yanlış yaklaşımlarının geçersizliğini ortaya koyan, gerçekleri dürüstlükle açıklayan bu yeni yapıtı okurlarımıza salık veriyoruz.
 
Önceki Valilerden ve milletvekillerinden Mahmut Yılbaş’ın “ Sen ” adlı yapıtı Müdafaa-i Hukuk Yayınları içinde yerini aldı. yurttaşlara özene, duyarlığa, ilgiye çağıran yazıları içeren, umudun ve güvencenin kaynağını kişinin kendisi gösteren kitabı da salık veriyoruz.

****

 

Yolsuzluk Açıklaması

 
Yolsuzluk Açıklaması

Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ'dan Yolsuzluk Açıklaması
 
23 Aralık 2013
 
 
ABD’nin Türkiye eski Büyükelçisi ve CHP eski milletvekili Şükrü Elekdağ, son günlerde yaşanan AK Parti-Cemaat ilişkilerini farklı bir bakış açısıyla yorumlayarak şaşırtıcı açıklamalarda bulundu.

Feridun CESUR/ANKARA
 
AjansHaber’e 17 Aralık’ta başlayan yolsuzluk ve rüşvet operasyonu hakkında değerlendirmelerde bulunan Elekdağ, şunları ifade etti:
“Bu konuda ilk önce belirtilmesi gereken husus şudur: Şu anda hükümet ile Cemaat arasında kıran kırana bir mücadelenin başladığını görüyor ve tanık oluyoruz. Bu operasyon ile güttüğü hedef nedir diye soru sormamız lazım. Bu sadece hükümetin, dershaneleri kapatma girişiminden dolayı bir tepki midir, yoksa daha başka bir şey midir? Muhakkak ki çok daha başka bir hedefleri olan bir harekettir. Bu belli. Mücadelede iki taraf da birbirini yok etme girişimine teşebbüs etmiş görünüyor. O bakımından, cemaatin güttüğü hedefin ne olduğuna dair isabetli bir yanıt aramamız gerekiyor. Benim değerlendirmeme göre; cemaatin hedefi Başbakan Erdoğan’dır. Cemaat, Türkiye’nin AKP tarafından yönetilmesini can-ı gönülden destekliyor. AKP ile aynı değerleri paylaşmakta olduğunu söylüyor. Aynı manevi ve ruhsal frekansta buluştuğunu ifade ediyor. Yani cemaat, AKP’nin iktidarda olması için çalışmaya hazır olduğunu belirtiyor.
 
CEMAATİN KARŞI ÇIKTIĞI NEDİR?
 
Cemaatin karşı çıktığı, Türkiye’nin Başbakan Erdoğan tarafından yönetilmesidir. Öngördüğü siyaset mühendisliği, seçimlerden yine AKP’nin çok fazla hasar almadan iktidar olarak çıkmasıdır. Fakat istenen, Türkiye’de devlet geleneğinin Abdullah Gül’ün elinde bulunmasıdır. Bu benim şahsi değerlendirmemdir. Başbakan Erdoğan’ın hesabı, anlaşılan kendisinin Cumhurbaşkanı olmasıdır. Kendisine biat edecek, beraber rahat çalışacağı bir başbakan seçerek -Numan Kurtulmuş gibi- ülkeyi bildiği gibi yönetecek. Anlaşılan Başbakan’ın böyle bir hesabı var. İstediği gibi bir anayasa çıkartamadı, anayasa çerçevesinde kuvvetli yetkiler sahibi olamadı. Kendisinin cumhurbaşkanı olmasını fakat Başbakanlık mevkiinde rahatça çalışabileceği, talimatları yerine getireceği bir insan olsun istiyor.
 
“DEVLET GEMİSİNİN DÜMENİNDE GÜL’Ü GÖRMEK İSTİYOR”
 
Cemaat ise Türkiye’nin devlet gemisinin dümeninde Abdullah Gül’ü görmek istiyor. Abdullah Gül’ü tercih sebepleri; onun genel olarak daha ölçülü, daha mutedil, daha uzlaşmacı bir tabiatta, mizaçta olmasından ileri geliyor. Aynı zamanda Abdullah Gül’ü dış politikada daha gerçekçi, daha esnek, daha öngörülü olarak görüyorlar zannedersem. Sonuç itibariyle kavganın, mücadelenin nedenini bunlar olarak görüyorum.
 
HÜKÜMET POLİSLERİ CEZANLANDIRMAYA GİDİYOR
 
Maalesef hükümet yanlış hareket etti bu olaylar üzerine. Öncelik, adalet olmalıydı. Hâlbuki hükümet açısından, iktidar açısından hedef; operasyonları yapanlardan intikam olmak oldu. Eğer biz, bir hukuk devletinde yaşıyorsak öncelikle yolsuzluğun ele alınması soruşturmaların başlatılması gerekiyordu. Ama böyle olmadı. Hükümet soyguncuları yakalayanları, polisleri cezalandırma yoluna giriyor. Hükümet, hırsızın, soyguncunun hiç suçu yokmuş gibi hareket ediyor. Görevden alınmalar oluyor. Bir takım başka önlemler de alındı. Hükümet adli kolluk yönetmeliğini değiştirdi. Eskiden kendi başlarına soruşturma açma yetkisine ve adli kolluğa sahip olan savcılar, artık bundan sonra bu yetkilere sahip olamayacaklar. Daha üstte Cumhuriyet başsavcısından onay alacaklar, yetki alacaklar. Bana göre, burada bir anlamsızlık var. Burada başsavcıya onaylatmak ile kalmayacaklar, aynı zamanda valilere ve emniyet müdürlerine de bilgi verecekler. Bu şekilde araştırma ve soruşturmada gizliliğe riayet edilmesi mümkün olmayacak. Çünkü Türkiye de, emniyet müdürleri de valiler de devlet tarafından tayin edilen kişiler. Dolayısıyla kuvvetler ayrılığı ilkesi, bir kere daha yara olmuş oluyor.”
 
 
..

Güneydoğu Türkiye’den Fiilen Kopuyor mu?..

 
 
 
 
Güneydoğu Türkiye’den Fiilen Kopuyor mu?..
 
 
Şükrü Elekdağ '' Sınırdaki Flaketin Tek Sebebi AKP '' dir. Duayen Emekli Diplomat Şükrü Elekdag gündeme dair çarpıcı acıklamalarda bulundu.

"Kuzey Suriye'deki Kürt olusumunu tasfiye etmek  ÖNCE PKK'nin Çökertilmesi zorunlu" diyen Elekdağ şunları söyledi:
"Ülkeyi Bugünkü çıkmaza, yanlış dýþ politika getirdi. Türkiye, Suriye'ye girerse Karşısında ABD, Rusya, İran ISID A.Ş. ile Diğer terör örgütlerini bulacak. AYRICA ABD, IŞİD'e Karşı partneri Olan PYD'yi Türkiye'ye ezdirmez. "
"Ülkeyi Bugünkü çıkmaza, yanlış dýþ politika getirdi. Türkiye, Suriye'ye girerse Karşısında ABD, Rusya, İran ISID A.Ş. ile Diğer terör örgütlerini bulacak. AYRICA ABD, IŞİD'e Karşı partneri Olan PYD'yi Türkiye'ye ezdirmez. "
Sevgili okurlarım,

Ankara, koalisyon hükümetinin kurulmasıyla Ilgili Yoğun spekülasyonlara sahne olurken, Birden Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "Suriye'nin kuzeyinde, Bizim güneyimizde, asla Bir Kürt Devletinin kurulmasına Topçu Alay Komutanı vermeyeceğiz! .." şeklindeki sözleriyle sarsıldı. Bu açıklama, 18 Haziran'daki bakanlar Kurulu toplantısında; "Abd'nin, PKK'nin Suriye kolu PYD'ye destek Vermesi suretiyle kuzey Suriye'de Bir Kürt Devletinin altyapısının hazırlandığı ziyaretinde kuzey Irak petrollerini Akdeniz'e akıtacak koridor güzergâhının oluşturulduğu" şeklindeki teşhise dayanıyordu.
Oysa Uluslararası Gelişmeler Konusundaki öngörüleri hep doğru çıkan sintine diplomat, emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ, bundan Yaklasik 20 ay ÖNCE Yaptığımız röportajda aynen şunları söylemişti:
"... PKK, bir kolu Olan PYD vasıtasıyla Suriye'nin kuzeyinde özerk yönetim kurmuş Bir bayrağını dikmiştir ettik. PKK bu sekılde, Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'nden Sonra Ortadoğu'da ikinci Bir ​​Kürt hakimiyet alanını kurarak hem güçlenmiş ziyaretinde Büyük Kürdistan'a zemin hazırlamış, hem de Kuzey Irak'ı Akdeniz'e bağlayacak koridorun Temel taşlarını döşemiştir. "(2013/11/10 , Sözcü)
 
Sevgili okurlarım,

Türkiye'nin Güvenliği yıkıcı tehdit teşkil eden Bir planın, NATO müttefikimiz abd'nin desteğiyle PPK terör örgütünün uzantısı PYD Tarafından uygulanıyor ziyaretinde savunma reflekslerini kaybetmiş Türk Hükümeti buna tepkisini 20 ay Sonra Ortaya koyuyor! ..

Sizce de dramatik değil mi?

Oğlu gelişmelerin aylar Önceki tespitlerini Doğrulaması Üzerine Şükrü Elekdağ'a bu sözlerini hatırlattım ziyaretinde AKP iktidarının acınacak düzeydeki Öngörü yoksunluğu KONUSUNDA ne düşündüğünü sordum. İşte sorularım sayın Elekdağ'ın cevapları ettik:
 
BÖLGENİN DEMOGRAFİK YAPISI ETNİK TEMİZLİKLE DEĞİŞTİRİLDİ
* * *

Şükrü Elekdağ (ŞE): Makarnalık Sizin de belirttiğiniz gibi, göster gerçekten dramatik ... sinsice Uygulanan sözünü ettiğiniz planın mevcudiyetinin Tüm çıplaklığıyla Ortaya çıkması, IŞİD'in Kobani'den sökülüp atılması Click yürütülen askeri bünye- esnasinda vuku Buldu . Bu Konudaki Bir ​​Başka söyleşimizde (Sözcü, 2014/11/21) Türkiye'ye Karşı oynanan yıkıcı oyunu şöyle tarif etmiştim: "abd'nin Kobani'yi savunmaktaki Esas Amacı, Bağımsız Bir Kürdistan Devletinin denize Çıkışı Olmadan yaşayamayacağını düşünerek, şimdiden bu Devletin Akdeniz'e Yılın Çıkış koridorunun hazırlığını yapmaktır. Washington'un planı, IŞİD'in saldırısından kurtularak özerklik kazanacak Kobani'nin, Afrin A.Ş. Cezire kantonlarıyla birleşerek, Akdeniz'e ulaşmanın Yolunu araması ziyaretinde bu amacını gerçekleştirdikten Sonra da Irak Bölgesel Kürt Yönetimi'ne (IBKY) katılarak, kuzey Irak petrolünün Irak- Suriye koridorundan Akdeniz'e taşınması yolunun açılmasıdır. Gerceklesmesi Halinde bu planı Kuzey Irak petrolünün Türkiye by-pass edilmesiyle dünyaya pazarlanmasına yol açacak ziyaretinde güzergâhının Ankara ile Erbil Arasındaki enerji alanındaki anlaşmalara ziyaretinde işbirliğine ağır darbe vuracaktır Bir ... "

Nitekim tahminlerimizin ilk aşaması, PYD'nin abd'nin Yoğun hava Tel Abyad desteğiyle ' ı IŞİD'den kurtarma harekâtıyla gerçekleşti ziyaretinde bu suretle Cizre ile Kobani kantonları birbirine Coğrafi Olarak bağlanırken, bölgenin Demografik Yapısı da PYD Tarafından Bir etnik temizlik operasyonuyla Kürtleştirildi.

UĞUR DÜNDAR (UD): AKP hükümetinin Suriye'ye askeri müdahaleye Kararlı Olduğu yolunda bir hava estiriliyor . Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısında Türkiye'nin karşılaştığı oğul tehdidi ziyaretinde bu husustaki kırmızı çizgileri netleştirdi. Nedir bu Çizgiler kırmızı ve?
 
HEDEF OTONOM (BAĞIMSIZ) KÜRT BÖLGESİ oluşturmak,
 
(ŞE): Önce tehdidi tanımlayalım. Cizre Kobani kantonlarını birleştirdi ziyaretinde alarak Bildiğiniz gibi PYD, abd'nin lojistik Tel Abyad'ı desteğiyle Yakın Manzara hava, ziyaretinde. Böylece Sınırın önemli Diğer Bir bölümünde hakimiyet kurdu. , Kobani'yi en Batida Bulunan ziyaretinde Antakya ile sınırdaş Olan Afrin kantonu ile Birleştirmek ... göster Bunun Click söz konusu on iki kanton Arasında Bulunan Bundan Sonraki hedef Türkiye Ile 90-100 ziyaretinde kilometrelik Sınırı Olan Cerabulus bölgesinin PYD Tarafından işgali Gerekiyor. Cerabulus'u halen ISID Bulunan Fırat Nehri'nin batısında rejim muhalifleri Kontrol ediyor, ziyaretinde. Ankara, Kobani A.Ş. Tel-Abyad'daki senaryonun Cerabulus'ta da uygulanacağından Endişe'yle duyuyor. Yani, ISID Cerabulus'taki muhaliflere saldırarak onlari ezmeye başlayınca, PYD duruma Müdahale EDECEK. Sonra da abd'nin hava desteğinden yararlanarak IŞİD'i bölgeden çıkarıp, Cerabulus'a hakim olacak. Bu sekilde, iradesine ettik PYD'nin, abd'nin Siyasi hava desteğine dayanarak Afrin kantonu ile Kobani'yi birleştirmesi ziyaretinde Irak'tan Antakya sınırına Kadar yekpare Bir otonom / Bağımsız Kürt yapılanmasının yaratılması mumkun olacak.

(UD): Kırmızı çizgilere gelirsek ...
 
TSK 10-15 KM DERİNLİĞİNDE GÜVENLİK KUŞAGI OLUŞTURACAK,
 
(ŞE): Türkiye, PYD'nin Fırat'ı geçerek Cerabulus bölgesine Yönelik askeri harekatta Bir bulunmasını ziyaretinde bununla eşzamanlı Olarak rejim güçlerinin kuzeye doğru operasyon yaparak İdlib'den ziyaretinde Halep'ten yüzbinleri bulan sınırlarımıza Yönelik Bir göç dalgasına neden Olmasını, kırmızı çizgi İhlali sayacak. Böyle Bir durumun vukuunda Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) YPG'ye Karşı harekete geçecek ziyaretinde Sınırın Suriye tarafında 10-15 km derinliğinde Bir güvenlik kuşağı oluşturacak. Bu sekilde, göç edenlerin sınırlarımızı geçmeden guvenli Bir BÖLGEDE tutulması öngörülüyor. Oluşturulacak kampların Güvenliği TSK Tarafından sağlanacak. Bu sekılde Cardio ZAMANDA Kürt oluşumunun ziyaretinde koridorunun gerçekleştirilmesi de önlenecek. Böyle Bir DURUMDA asker emir almaksızın doğrudan harekete geçecek belirlenen planı uygulayacak ettik.
 
ABD EN GÜVENDİĞİ GÜÇ OLAN PYD'Yİ TÜRKİYE'ye EZDİRMEZ
 
(UD): Suriye'de Bir Kürt Devletinin kurulması Türkiye'nin bütünlügünü tehdit eden Bir gelişme Olarak değerlendiriliyor ... Ancak, Başbakanlık ziyaretinde Dışişleri Bakan Yardımcısı Koru bürokratları hazırladıkları Raporda Bugünün şartlarında Suriye'ye müdahalenin gayet riskli oldugunu, faydadan çok Zarar getireceğini vurguluyorlar. Askerlerin de bu görüşte oldukları anlaşılıyor. Sizin düşünceniz nedir?

(ŞE): Suriye'de Bir Kürt Devletinin kurulması, tartışmasız Türkiye'ye Karşı ağır ziyaretinde acil Bir tehdit yeni ziyaretinde oluşturur ... Zira, bu yeni devlet, PKK'ya Türkiye ile mücadelesinde uzun bir cephe ayni ZAMANDA ziyaretinde Stratejik A.Ş. Siyasi derinlik kazandırır. Sözde "Çözüm" Süreci Nedeniyle içerde imkânlar ziyaretinde mevziler dışarıda Onemli ziyaretinde Kazanan PKK'yı Daha çok güçlendirir. Bu bakımdan Böyle Bir Kürt oluşumun önlenmesi zorunludur. Ancak, PYD'yi tasfiye Click Suriye'ye yapilacak bir askeri Müdahale Türkiye Açısından ciddi güvenlik Sorunları Yaratır. Birincisi, Murat Karayılan Böyle Bir DURUMDA PKK'nin Türkiye'de iç savaş çıkaracağını açıkladı. Bu, Yoğun, Yaygın ziyaretinde uzun Süreli Bir ​​çatışma OLACAKTIR. Bu çatışmada, Türkiye Karşısında, eskisine nazaran insan ziyaretinde silah gücü ile Diplomasi bakımından Daha Güçlü Bir örgüt bulacaktır. Yani, Suriye'deki Kürt olusumunu tasfiye etmek Click Türkiye'nin ÖNCE PKK'yı çökertmesi zorunludur. Olmak Üzere İkincisi de, Suriye'ye girdiği takdirde, Türkiye, Başta ABD, Rusya İran'ı A.Ş., AYRICA ISID ile Diğer Selefi-mücahit örgütleri Karşısında bulacaktır. Özellikle, abd'nin BÖLGEDE IŞİD'e Karşı Savasta Bir numaralı partneri Olan PYD'yi Türkiye'ye ezdirmeyeceği kesindir. Nihayet, Anayasamızın 92. maddesi yurtdışına asker göndermeyi "Milletlerarası Hukukun meşru saydığı haller" şartına bağlamaktadır. Eklendi bunun da anlamı, BİRLEŞMİŞ MİLLETLER Güvenlik Konseyi kararı Olmadan TSK'nin Suriye topraklarına giremeyeceği demektir. Tabii, PYD Türk topraklarında terör eylemlerinde bulunursa o zaman Türkiye'nin sıcak takip hakkı Müdahale Dogar ettik.

(UD): YPG'ye Karşı bünye- yapılamayacaksa Erdoğan, Suriye'de Kürt devleti kurdurmayız diye ültimatom verirken bunu erken seçim hesabıyla göz boyamak için mi Yaptı? PYD kırmızı çizgileri ihlâl edince bu gerçek Ortaya çıkmayacak mı?
 
PKK PYD'Yİ SURİYE'DE VE GÜÇLENDİREN ERDOĞAN'DIR
 
(ŞE): " Minareyi çalan kılıfını hazırlar " derler. Cumhurbaşkanı Erdoğan da zevahiri kurtarmak Click gegbekli önlemleri Almış DURUMDA. Bir taraftan, ufuktaki erken seçimde oy ziyaretinde gürler sıçraması gerçekleştirmek Click ESIP Suriye'de Kürt devletine Topçu Alay Komutanı vermeyiz diye TAFRA atar, Diğer taraftan da, ABD ile başlatılan müzakere Çerçevesinde Washington'a Bazi ödünler vererek PYD'nin Fırat'ın batısına geçmemesini garanti Altına Alir . Geçen hafta ABD Başkan Yardımcısı Biden'le Yaptığı telefon görüşmesinin de bu konuyu kapsadığı anlaşılıyor. ABD ile Birlikte ISID hedeflerine operasyon Yapabilir ziyaretinde edebilir Bu bağlamda, Türkiye, Bugüne kadarki tutumundan vazgeçerek ISID karsiti koalisyonun aktif Bir üyesi olmayı Kabil. ABD ile pazarlık belki İncirlik'in ABD ziyaretinde koalisyon Üyeleri Tarafından IŞİD'e Karşı kullanilmasini da kapsamıştır. Ile uzlaşması Çerçevesinde, Fırat'ın batısına geçmemesi şartına ilaveten ABD Büyükelçisi Bass'ın Yaptığı açıklamalardan, PYD'nin Ankara, Tel Abyad'a geri dönüşlere Topçu Alay Komutanı vereceği, bu BÖLGEDE bayrağını indireceği ziyaretinde yönetimde etnik temele dayanmayan Bir hiyerarşi kurmayi Kabil edeceği anlaşılmaktadır. Yani, AKP Hükümeti, ABD baskısıyla PYD kanton yönetimiyle uzlaşıyor, ona meşruiyet Yolunu açıyor, PYD tehdidini bertaraf etmekten ziyaretinde guvenli bölge kurmaktan vazgeçiyor ... PYD'nin, Kobani otonom / Bağımsız Bir Kürt YAPILANMASI Olarak güney sınırlarımızın% 70 'ziyaretinde kazanımlarını Tel Abyad-A.Ş. ini Kontrol etmesini Kabil ediyor. ABD himayesinde çok geçmeden kuzey Irak'a Benzer Bir Yönetime dönüşecek Olan bu yapilanma, büyük Kürdistan'ın kurulmasında en önemli Diğer Adımı oluşturacağı gibi, PKK'nin Türkiye'deki hedeflerini gerçekleştirmesinde de ÖNDE gelen Bir rol üstlenecektir.

(UD): ABD nasıl oluyor da " Stratejik ortağım" dediği Türkiye'nin giden Adımlar atıyor bölünmesine? Türkiye ABD'yi nasıl kaybetti?

(ŞE): Göster Bunun önemli Diğer Bir nedeni, kanımca Erdoğan'ın Obama'ya Karşı uyguladigi inatlaşma restleşme politikasıdır ettik. Hiç kuşkunuz olmasın, PKK PYD'yi Suriye'de abd'nin Bir numaralı partneri yapan, onlari abd'nin kucağına Iten Erdoğan'dır A.Ş.. Geçiş lojistik üssü Haline getirilmesine göz yumdu ziyaretinde Click, Erdoğan, Besar Esad'ı yıkma politikası Nedeniyle Türkiye topraklarının Güneydoğu sınır bölgesinin, abd'nin ısrarlı uyarılarına Rağmen, Selefi Mücahitler ettik. Bu politika IŞİD'in palazlanmasına yol açtığı gibi, ISID terörüne Karşı abd'nin next to savaşan PYD'ye meşruiyet sağladı. Öte yandan Yandan Türkiye'ye misilleme yapan Esad, Suriye'nin kuzeyindeki Kürtleri serbest bıraktı ziyaretinde onlarin BÖLGEDE silahlı Bir yapılanmaya gitmelerine Topçu Alay Komutanı verdi. " Eseri (!) " Olan ONUN Bugün Türkiye'nin Güney sinirlarinda karşılaşılan felaket tablosu, Erdoğan'nın bahsettiğim basiretsiz kararlarının Olduğu kadar, yine Ürünüdür nin PKK sorununu derinleştirip çözümsüzlük aşamasına getiren "Çözüm Süreci" ziyaretinde.
 
..

SURİYE VE TÜRKİYE İLİŞKİLERİ ÜZERİNE..,

 
 
SURİYE VE  TÜRKİYE  İLİŞKİLERİ ÜZERİNE..,
 
 
EMEKLİ BÜYÜKELÇİ  ŞÜKRÜ  ELEKDAĞ  İLE SÖYLEŞİ;
15.10.2012
 
Türkiye aylardır Suriye krizi ile yatıp Suriye krizi ile kalkıyor. Sınıra düşen top mermileri, AKP'nin çıkışları sonrası neredeyse her gün savaş tamtamları çalınıyor. Tehlikeli boyutlara varan kriz, son olarak yaşanan yolcu uçağı krizi ile daha da tırmandı ve Rusya'nın da içinde olduğu uluslar arası bir boyut kazandı.
Peki Suriye'de tam olarak neler yaşanıyor ve Türkiye, ABD, Çin, Rusya bu işin neresinde? Esad'ın durumu için kim, ne düşünüyor? Suriye Kürtleri özerk bir yapıya mı gidiyor?
 
 İşte tüm bu soruları Dışişleri Bakanlığı'nda Japonya Büyükelçisi, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, ABD Büyükelçisi olarak görev yapmış olan tecrübeli bir isme, Şükrü Elekdağ'a sorduk. Elekdağ ilk günden itibaren yaşananları analiz ederek tüm süreci net bir şekilde ortaya koydu.
İşte o söyleşi:
 
Oda Tv: Türkiye ile Suriye arasındaki kriz ürkütücü bir seyir izliyor. Sizinle yapacağımız röportajda  krizin ne şekilde gelişebileceğini ve ne gibi  sonuçlar yaratabileceğini  değerlendireceğiz. Ancak, Suriye yolcu uçağının askeri kargo taşıdığı gerekçesiyle Türkiye tarafından inişe zorlanması Türkiye-Rusya ilişkilerinde gerginliğe neden oldu ve soruna birden ilave bir boyut kazandırdı. Bu nedenle önce bu sıcak konu üzerine eğilelim. Türkiye ile Suriye arasında çıkabilecek bir çatışmada Rusya’nın tutumu ne olur? 
 
Ş. Elekdağ: AKP iktidarı her ne kadar Suriye ile bir savaşı istemediğini vurguluyorsa da  Akçakale olayından sonra karşılıklı açılan top ateşleriyle kriz  “sınırlı bir çatışma” niteliği kazandı.  Başbakan’ın ve Genelkurmay Başkanı’nın açıklamaları da Türkiye’nin krizi tırmandırmaktan kaçınmayacağını gösteriyor. Bu durumda “sınırlı çatışmanın” kontrolden çıkarak ve tırmanarak topyekûn bir savaşa dönüşmesi riski  gözardı edilemez. ABD Savunma Bakanı Panetta böyle bir riski görüyor ve endişe ediyor ki, Türkiye’ye ihtiyatlı ve dikkatli olmasını tavsiye ediyor. Sorunuzu yanıtlamak için önce, Suriye’nin stratejik perspektiften Rusya için ne  ifade ettiğine bakalım. Kanımca, bu perspektiften, Suriye’nin Rusya için taşıdığı değerin, İsrail’in ABD için taşıdığı önemle eşdeğer olduğu söylenebilir. Moskova ile Şam arasında kapsamlı bir askeri işbirliği anlaşması  vardır ve Suriye’deki Tartus deniz üssü, Rusya’nın toprakları dışındaki yegâne üssüdür. 2008’de yapılan bir anlaşmayla Rusya Suriye ordusunu modernize ediyor. Türkiye ile Suriye arasındaki bir savaş halinde, Moskova’nın Ankara ile arasındaki stratejik denebilecek önemdeki ekonomik ve siyasi ilişkilerin bozulmasından çekinerek  Suriye’nin ezilmesine seyirci kalması beklenemez. Çünkü bu durumda Rusya sadece önemli bir müttefikini ve Tartus üssünü kaybetmeyecek, aynı zamanda Ortadoğu’daki siyasi etkinliği de sıfırlanacaktır. Böyle bir gelişme  yakın çevresindeki nüfuz bölgeleri üzerindeki siyasi  etkinliğinin de zayıflamasına yol açar. Bu nedenle Rusya, Türkiye’ye karşı askeri kuvvet dışında ekonomik ve siyasi nitelikteki  tüm levyeleri – bundan  kendisi de büyük zarar görecek olsa da- kullanmak zorunda kalacaktır. İran da Rusya’yla aynı doğrultuda hareket edecektir. Türkiye’nin  gaz ihtiyacının yüzde 80’ini, petrol ihtiyacının da yüzde 40’ını bu iki ülkeden tedarik ettiği dikkate alınırsa, bu oranda bir enerji kesintisinin Türk ekonomisi üzerinde yıkım düzeyinde sonuçlar doğuracağı anlaşılır. Bu durum da AKP Hükümetinin, uluslar arası kolektif meşruiyet zemini dışında, Suriye ile topyekûn bir savaşa girmesi için aklını yitirmesi gerektiğini ortaya koyuyor.   
 
Oda Tv:  Bugünün uluslararası koşullarında Suriye’nin Esad rejiminden kurtarılması nasıl sağlanabilir?
 
Ş. Elekdağ: Suriye’nin Esad yönetiminden kurtarılması için üç seçenek mevcut:
1) Suriye ordusundan büyük kopuşlar olması sonucunda ordunun çökmesi veya halkın kitlesel olarak Esad rejimi aleyhine dönmesi.
2) Uluslar arası meşruiyet temelinde dış askeri müdahale.
3) Suriye’deki silahlı muhalefetin Suriye ordusuyla rekabet edecek güç ve kapasiteye getirilmesi… Birinci seçeneği ele alırsak, Suriye’deki rejimin yapısının çökmediğini hatta bazı  güçlenme emareleri gösterdiğini görüyoruz. Ordudaki Sünni askerler beklendiği gibi kitle halinde saf değiştirmediği gibi, bazı  Sünni aşiretler de Esad tarafına geçti. Olayları bölgede izleyen Avrupalı muhabirlerin verdikleri haberlere göre, orta sınıf Sünni  halk direnişçileri desteklemiyor ve onları her şeyi yakıp yıkan teröristler  olarak görüyor. Birleşemeyen  muhalif güçlerin savaş kabiliyetleri  zayıflamış.  Direniş,  dünyanın her tarafından Cihat çağrısıyla gelen El Kaide ile bağlantılı radikal Sünni grupların desteğiyle sürdürülüyor. Kısacası  bütün emareler Baas rejiminin kendisini yıkacak boyutta bir tehditle  karşı karşıya olmadığını ve iç savaşın devam edeceğini gösteriyor.
 
Oda TV: Yani siz Esad rejiminin yaşama şansı olduğunu mu söylüyorsunuz?
 
Ş. Elekdağ:  Tam olarak söylemek istediğim, halen Suriye’de Esad rejimini devirecek bir güç olmadığı ve askeri dengenin Esad lehine olduğudur. Derme-çatma bir yapıya ve hafif silahlara sahip olan Hür Suriye Ordusu’nun  (HSO)’nun ve diğer silahlı grupların, Esad yönetimini savunan Alevi’lerden oluşan modern silahlarla donatılmış seçkin birlikleri yenme kabiliyeti yoktur. ABD’nin tampon bölgeye taraftar olmaması direnişçilerin moralini bozmuştur… Bu ortamda direnişçiler  ne kadar silah alırlarsa alsınlar, dışardan güçlü bir hava desteği olmadıkça ve Suriye toprakları içindeki operasyonlarını asgari zayiatla uygulayacakları bir güvenli bölgeden yaralanmadıkça Esad kuvvetleri karşısında erimeye mahkûm olacaklardır. Bu durum kuşkusuz Esad’ın yaşama şansını artırmıştır. Bu koşullarda, Türkiye’ye karşı kurulan “Suriye-İran-Irak koalisyonu” da PKK’ya azami destek sağlayarak Türkiye’ye elini Suriye’den çekmesi için baskı yapacak ve Türkiye’de terör ve şiddet ortamını körükleyeceklerdir. Öte yandan da Suriye’de ülkeyi kan gölüne dönüştürecek ve galibi olmayacak iç savaş devam edecektir. Bu tabloda, AKP iktidarı, tahrik ederek körüklediği, sonra da seyirci kaldığı Suriye’deki insanlık trajedisinin sorumlusu olarak görülecektir. Suriye Kürtleri de bu toz ve dumandan yararlanarak kendi siyasi kimliklerine sahip çıkacak ve özerk bir yapı oluşturma yolunda mesafe alacaklardır.
 
Oda TV:  Dışişleri Bakanı Davutoğlu’nun Faruk Şara’nın Esad’ın yerini almasını çözüm olarak ileri sürmesi, bu gerçekleri fark etmesinden mi kaynaklanıyor?
 
Ş. Elekdağ:  Davutoğlu  Faruk Şara önerisiyle  Hükümet’in Suriye politikasının tam bir fiyasko olduğunu ilan etmiş oldu. AKP iktidarı  Baas rejiminin ve Esad’ın devrilmesini, Suriye’ye  demokrasi ve özgürlük getirilmesini hedef olarak ilan etti, Suriye muhalefetini ve HSO’nu örgütledi, ülkedeki isyan hareketini körükledi, ülkede oluk oluk kan akmasına neden oldu, ondan sonra da işin içinden çıkamayacağını anlayınca, zulmün ve  katliamın sorumlusu Baas Partisinin üst düzey yöneticisi ve Başbakan Yardımcısı Faruk Şara’nın Esad’ın yerini almasını çözüm olarak öneriyor.  Söylediklerim yanlış anlaşılmasın. Kaos’un ve ülkenin parçalanmasının önlenmesi için bir noktada Baas rejiminin  ve temsilcilerinin muhatap olarak alınması,  Müslüman Kardeşlerin ve diğer muhalif grupların da katkısıyla bir koalisyon oluşturulup  yumuşak bir geçiş için zorunlu olabilir. Ben buna karşı değilim. Vurgulamak istediğim, bu önerinin bizzat Davutoğlu tarafından yapılmasının AKP’nin Suriye politikasının iflas ettiğinin göstergesi olduğudur…
 
Oda TV: Peki,  şu sizin ikinci seçenek olarak belirttiğiniz uluslar arası askeri müdahale seçeneği gerçekleşecek mi?
 
Ş. Elekdağ: Meşruiyet çerçevesinde  iki dış askeri müdahale yolu vardır:  Birincisi,  Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin kararına istinaden yapılacak, Libya’ya uygulanan müdahale benzeri bir askeri operasyonun Suriye’ye karşı gerçekleştirilmesidir. Bu yol  Rusya ve Çin tarafından tıkanmış durumda. İkinci yol ise,  ABD önderliğinde bir “gönüllü devletler  koalisyonu” oluşturmak ve NATO askeri gücünü kullanarak HSO’na ve diğer silahlı muhalif gruplara  hava desteği sağlamaktır… Ancak, ABD ve diğer Batılı ülkeler bu yola da şu nedenlerle  sıcak bakmıyorlar:
 
1) Askeri operasyonların maliyeti çok yüksek.
2) Irak ve Libya’da görüldüğü üzere askeri müdahaleler vahim sonuçlar yaratıyor.
3)  ABD şu soruya yanıt arıyor: Esad gidecek yerine kim gelecek? Batılı ülkeler, Müslüman Kardeşlerin ve Selefilerin duruma hakim olmasından korkuyor.
4) İsrail tarafından  benimsenen bir görüş de, iç savaşın mümkün mertebe uzaması, Aleviler ile Sünnilerin birbirlerini  mecalsiz bırakıncaya  kadar kırmaları ve sonuçta ülkede Sünni, Alevi, Kürt ve Dürzülerden oluşan  dörtlü bir federal yapı veya mikro devletler kurulması... 
 
Oda Tv:  Sizce ABD’de Başkanlık seçiminden sonra gelecek yönetimin Suriye krizine bakışı değişir mi?
 
Ş. Elekdağ: ABD Genelkurmay Başkanı General Martin Dempsey’in  29 Ağustos’ta yaptığı açıklama, Suriye’ye müdahalenin ABD’nin çıkarlarıyla bağdaşmadığını vurguluyor  ve seçimden sonra da Washington’un bu konudaki tutumunun değişmesinin zor olduğunu ortaya koyuyor. Dempsey , Suriye’de  “uçuş bölgesi yasağı” veya “tampon bölge” kurmanın, Suriye’nin hava savunma sistemleri dikkate alındığında ABD’nin ve NATO’nun askeri kapasitesini zorlayacağını vurguluyor ve bu yola başvurmanın bedelinin ağır olacağına işaret ediyor. ABD’nin müdahalesinin ancak, Şam’ın kimyasal ve biyolojik silahlar kullanması halinde gündeme geleceğini belirtiyor. 
 
Oda Tv:  Halen,  Ankara savaş riskini göze alarak  Suriye sınırı boyunca topçu ateşiyle  bir güvenli  bölge kurma çabası içinde görünüyor. Bununla ne sağlanacak? 
 
Ş. Elekdağ:  Bu beyhude bir çaba…. Silahlı muhalif güçler içinde El-Kaide bağlantılı gruplar olması nedeniyle ABD ve diğer Batılı devletler HSO’na silah teslimatına kısıtlamalar getirdiler. Bu tutum nedeniyle, başlangıçta sözünü ettiğim silahlı muhalefetin Suriye ordusuyla rekabet edecek güç ve kapasiteye getirilmesi seçeneği gündemden düştü ve muhalefet güçlerinin Suriye ordusu karşısında eriyip gitmesi tehlikesi ortaya çıktı. Bu durumda AKP Hükümeti, Türkiye sınırından itibaren Suriye sınırları içinde  genişçe bir şerit oluşturarak muhalif güçler için bir güvenli bölge oluşturma çabası içine girdi.  Suriye ordusunun, Halep ile Türkiye arasındaki alan ile Akçakale karşısındaki Tel Abyat bölgesinde direnişçileri temizlemek ve kontrolü ele geçirmek için top ateşine tutması ve bazı mermilerin topraklarımıza düşerek can kaybına  yol açması Türkiye’ye bu fırsatı verdi. Suriye topçu bataryaları  ve zırhlı vasıtaları Türkiye’nin  mukabil ateşiyle imha edildi. Esad yönetiminin, birliklerini, Türk tarafına mermi düşmemesi için dikkatli olmaları ve Türkiye tarafından ilan edilen “angajman kurallarını” dikkate alarak hava kuvvetlerine Türkiye sınırına 10 km.’den fazla yaklaşmamaları hususunda talimat verdiği hususunda haberler var.. Eğer bu böyleyse, resmen ilan edilmemiş olsa da dar bir  güvenli bölge şeridi  kendiliğinde oluşmuş olacak… Ancak,  bu inisiyatif  silahlı muhalefete moral verse de Esad’ı düşürecek kadar güçlenmesini sağlamaz. Biraz önce tarif ettiğim  şekilde AKP iktidarının baş tahrikçisi olduğu iç savaşın daha uzamasına ve daha fazla kan dökülmesine yol açar ve AKP’nin bu ağır insanlık durumundaki sorumluluğunu daha artırır. 
 
Oda Tv: Peki o zaman bu krizden nasıl çıkılacak?
 
Ş. Elekdağ: Çıkış yolu, Ankara’nın, BM ve Arap Ligi Özel Temsilcisi Lakhdar Brahimi’nin girişimlerine Rusya ile işbirliği yaparak destek vermesinden geçiyor.  Sorunun çözümünde Rusya’nın kilit aktör olduğunun unutulmaması lazım. Başlangıçtan itibaren askeri çözümlere uzak duran ABD de başkanlık seçiminden sonra diplomatik çözüm arayışında  daha aktif olacaktır.  Türkiye-Suriye sınırı her an  bölgedeki “sınırlı çatışmanın” karşılıklı tırmanmayla savaşa dönüşeceği  aşırı riskli bir fay hattı niteliğindedir. Bu nedenle  Şam, Rusya’nın “Suriye ve Türkiye direkt diyaloga girmeli” yolundaki önerisini kabul ederek Ankara’ya “biz görüşmeye hazırız” mesajı vermiştir. AKP iktidarının  bu mesaja yanıtı olumlu olmalıdır. 
 
Oda TV: Son bir sorumuz olacak. Türkiye’nin güvenlik politikasında  Suriye’nin yeri nedir?
 
Ş. Elekdağ:  Bu sorunuzu şu soruyu sorarak yanıtlayacağım: Türkiye’nin öncelikli sorunu Suriye midir? Yoksa PKK/Kürt sorunu mudur? Tabii ki PKK/Kürt sorunu…
PKK halen Türkiye’de en kanlı eylemlerini gerçekleştiriyor. Her gün yaptığı saldırılar ve patlattığı bombalarla asker, polis ve vatandaşlarımızı şehit ediyor, toplumsal yapımızda kırılmalar yaratıyor ve Türk-Kürt çatışmasına zemin hazırlıyor. Bu durumda Türkiye’nin tüm imkanlarıyla bu tehdidin yok edilmesine odaklanması gerekmez mi?  Esad’a gösterilen tepkinin terörün kaynağı olan kuzey Irak’a ve PKK’ya yataklık yapan Barzani’ye neden gösterilmediğin akılcı bir izahı var mı? PKK’nın askeri karargâhı, lojistik ikmal merkezi ve  güvenli üsleri  Barzani’nin kontrolünde olan topraklardadır. PKK’nın Hakkari/Şemdinli’de kurtarılmış bölge kurmaya yeltendiği zaman TSK’ne karşı gösterdiği direnç ve Türkiye içinde cinayetlerini tırmandırabilmesinin nedeni Türkiye-Irak sınır boyunca bir dizi PKK üssünün bulunmasındandır. Türkiye sınırından itibaren 5 ile 25 km genişliğinde bir şerit boyunca sıralanmış olan Haftanin, Metina, Zap, Avaşin, Başyan, Hakurk  üsleri PKK tarafından Türkiye’ye saldırı için bir tramplen olarak kullanılmaktadır. Türkiye’nin PKK terörünü tasfiye etmesinin ve Kürt meselesine kalıcı çözüm getirmesinin ilk şartı bu terör yuvalarını imha etmektir. AKP iktidarı, Türk toplumunu  tehlikeli biçimde  ayrıştıran ve kutuplaştıran mezhepçi bir siyaset güderek  Suriye belasını hiç yoktan Türkiye’nin başına sararak ülkeyi savaşın eşiğine getireceğine, uluslararası hukukun kendine bahşettiği hakları kullanarak kuzey Iraktaki terörist yuvalarını temizlemeliydi. Zannediyorum Suriye krizi Türk kamuoyunun bu gerçekleri daha net bir şekilde görmesine yardım etti. Her halükârda AKP iktidarının “Türkiye’yi bölgesel aktör yaptık, küresel oyun kurucu haline getirdik” şeklindeki böbürlenmelerinin de kof olduğunu dünya alem görmüş oldu.
 
Şükrü Elekdağ Kimdir
 
Mustafa Şükrü Elekdağ, 29 Eylül 1924'te İstanbul'da doğdu. İktisat Doktoru, Diplomat ve Büyükelçi; İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu'nu bitirdi. Yüksek lisans ve doktorasını Paris Üniversitesi Hukuk ve İktisadi Bilimler Fakültesi'nde İktisat alanında tamamladı. Dışişleri Bakanlığı'nda Japonya Büyükelçisi, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, ABD Büyükelçisi olarak görev yaptı. Milliyet ve Sabah gazetelerinde köşe yazarı olarak çalıştı.
Bilkent Üniversitesi'nde Öğretim Görevlisi olarak ders verdi. Uluslararası Güvenlik ve Strateji Seminerleri Başkanlığı görevini yürüttü. Haber Türk TV kanalında "Stratejik Bakış" adlı programın yöneticilik ve sunuculuğunu yaptı. Sarı basın kartı sahibidir. 22. Dönem İstanbul Milletvekili. 22 ve 23. Dönem'de Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu Üyesi oldu. Çok iyi düzeyde İngilizce ve Fransızca bilen Elekdağ, evli ve 4 çocuk babasıdır.
Şahin Aytan
 
 
..

Ermenistan bunu Değerlendirmeli,



Ermenistan bunu Değerlendirmeli,


Şükrü M. Elekdağ,

Akıl ve sağduyu, Türklerle Ermenilerin yaşadıkları beşeri facianın tüm yönlerini gün ışığına çıkarmak suretiyle tarihleriyle yüzleşmelerini ve bunun sonuçlarını kabullenmelerini emrediyor. Barış ancak bu travmadan doğar

Şükrü M. Elekdağ ( BİYOGRAFİSİ )
 
29 Eylül 1924’te İstanbul’da doğdu. İktisat doktoru, diplomat ve büyükelçi; İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu’nu bitirdi. Yüksek lisans ve doktorasını Paris Üniversitesi Hukuk ve İktisadi Bilimler Fakültesi’nde İktisat alanında tamamladı. Dışişleri Bakanlığı’nda Japonya Büyükelçisi, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, ABD Büyükelçisi olarak görev yaptı. Milliyet ve Sabah gazetelerinde köşe yazarı olarak çalıştı. Bilkent Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak ders verdi. Uluslararası Güvenlik ve Strateji Seminerleri Başkanlığı görevini yürüttü. Haber Türk TV kanalında “Stratejik Bakış” adlı programın yöneticilik ve sunuculuğunu yaptı. Sarı basın kartı sahibidir. 22. Dönem İstanbul Milletvekili. 22 ve 23. Dönem’de Türkiye - AB Karma Parlamento Komisyonu üyesi oldu. Çok iyi düzeyde İngilizce ve Fransızca bilen Elekdağ, evli ve 4 çocuk babasıdır.
 
 
     Bence, Başbakan Erdoğan tarafından “Ermeni sorunu” hakkında 23 Nisan’da yapılan açıklama akılcı, insani, barışçı ve uzlaşıcı bir yaklaşımı içeriyor. Aynı zamanda, Türkiye’nin gerçeklerden kaçmadığını ve tarihiyle yüzleşmekten korkmadığını ortaya koyuyor.  Açıklamadaki “Ö 20. Yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyetlerimizi iletiyoruz. Aynı dönemde  benzer koşullarda yaşamını yitiren, etnik ve dini kökeni ne olursa olsun tüm Osmanlı vatandaşlarını da rahmetle ve saygıyla anıyoruz.”  ifadeleri, ne  Ermeni tarafının iddialarını tanıma yolunda bir adım veya bir taviz olarak yorumlanmalı, ne de tek taraflı bir özür dileme olarak anlaşılmalıdır.

Açıklamanın işlevsel yönü, taraflar arasında gerçekleştirilmesi özlenen barış ve uzlaşmanın şartlarının sarahaten  belirtilmiş olmasıdır. Bunlar da, 1915 olaylarına ilişkin gerçeklerin bilimsel bir çalışmayla  gün ışığına çıkarılması için tarafların bir ortak tarih komisyonu kurmaları ve elde edecekleri bulguları hukuksal açıdan değerlendirmeleridir. Perinçek davasında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM), “Ermeni soykırımı iddiası konusunda fikir birliği yoktur, konu tartışmalıdır” yolundaki kararı, Ankara’nın Erivan’a yönelik bu barış girişimini hayli güçlü bir pozisyondan yapmasına imkân vermiştir.     
2005 Deklarasyonu,
 
Başbakan’ın 1915 döneminin koşullarında ölen ve büyük acılar çeken Ermeni ve diğer Osmanlı vatandaşları için üzüntü beyan etmesi de açıklamanın diğer çarpıcı yönüdür. Açıklamaya hakim olan insani ve vicdani bakışa gelince,  TBMM’nin 13 Nisan 2005’te oybirliğiyle kabul ettiği deklarasyon da aynı yaklaşımı benimsemişti. Bu belge ile  TBMM Ermenistan’a barış elini uzatmış ve  kurulmasını önerdiği ortak tarih komisyonunu şu gerekçelere dayandırmıştı:
“TBMM  gerek Türkiye’nin gerek Ermenistan’ın çıkarlarının, asırlar boyunca aynı topraklar üzerinde birbirlerine karşı hoşgörü ve barış içinde yaşamış olan Türk ve Ermeni uluslarını barıştırmak, onları savaş yıllarından kaynaklanan derin önyargılara tutsak olmaktan kurtarmak ve hoşgörü, dostluk ve işbirliğine dayalı bir ortak geleceği paylaşmalarına imkân verecek bir ortamı yaratmak olduğuna inanmaktadır.  İktidar ve ana muhalefet partileri, bu amaca yönelik olarak, tarihi gerçeklerin bilimsel araştırmayla gün ışığına çıkarılmasını ve tarihin iki ulus için de yük olmaktan çıkarılmasını amaçlayan bir öneri yapmışlardır. Bu öneri Türkiye ile Ermenistan’ın kendi tarihçilerinden oluşacak ortak bir komisyon kurmalarını, ulusal arşivlerini kısıtlamaya tabi tutmadan araştırmaya açmalarını, ilgili diğer ülkelerdeki arşivlerde de sürdürülecek bu araştırmaların sonuçlarının dünya kamuoyuna açıklanmasını ve bahis konusu komisyonun kuruluş ve çalışma yöntemlerinin iki ülke arasında saptanmasını öngörmektedir. Bu girişimin uygulanabilmesi için Ermenistan Hükümeti’nin işbirliği şarttır. Bu bağlamda, Türkiye ile Ermenistan’ın tarihe ortak bir perspektiften bakmaları sağlanamadığı takdirde, iki tarafın da çocuklarına ve gelecek nesillere bırakacağı miras, önyargı, düşmanlık ve intikam duygularından başka bir şey olmayacaktır. Akıl ve mantık, Türkiye ile Ermenistan’ın ortak bir girişimle tabuları yıkmaktan korkmamalarını ve ortaklaşa yaşadıkları beşeri facianın tüm yönlerini açığa çıkararak tarihleriyle hesaplaşmaya hazır olmalarını emretmektedir. Geçmişin, bugünümüzü ve geleceğimizi karartmasını önlemenin yolu budur.”
 
Diyasporanın tutumu
 
Türkiye’nin Ortak Tarih Komisyonu  (OTK) önerisiyle ortaya koyduğu cesur ve barışçı  irade  uluslararası alanda olumlu bir izlenim yarattı. Bu olumlu değerlendirmeler arasında Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi Genel Kurulu’nda 97 parlamenterin ortak açıklamasını, Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı (AGİT) Parlamenter Asamblesi’nin destekleyici kararını ve  Federal Almanya Başbakanı Schröder ile ABD Büyükelçisi Ricciardone’nin OTK  kurulmasının Türk ve Ermeni halklar arasında uzlaşıya katkıda bulunacağı yolundaki beyanlarını zikredebiliriz.
Soykırımın gerçekliğini sorgulayacağı görüşüyle diyaspora Türkiye’nin  OTK  önerisine var gücüyle itiraz etmiştir. Bu nedenle, 10 Ekim 2009’da Zürih’te Türkiye ve Ermenistan Dışişleri Bakanları tarafından  imzalanan İkiz Protokollerin müzakeresinde karşılaşılan sorunların odak noktasını Türkiye’nin ısrarla önerdiği OTK  kurulmasını öngören madde oluşturmuştur. Bilahare, aynı madde protokollerin onay sürecinin tıkanmasında da önemli bir rol oynamıştır. Zira, bu maddeye şiddetle karşı çıkan diyaspora ile militan milliyetçiler, “Ermeni soykırımının tarihsel olarak kanıtlanmış bir gerçek olduğunu ve müzakereye açık olmadığını” ileri sürmüşlerdir.
 
AİHM: Soykırım iddiası tartışmalı
 
Bu izahatımız ışığında, “bugüne kadar soykırım suçunu Türkiye’ye kabul ettirmek için fanatik bir dürtü ve husumet ile hareket eden Ermeni tarafına  OTK önerisinde bulunmaktan bir sonuç alınabileceği umudunu yaratan ne gibi bir gelişme oldu?” sorusu akla gelebilir. 
Bu gelişme, yukarda temas ettiğimiz  AİHM  kararıdır. İsviçre mahkemeleri, Doğu Perinçek’i Ermeni soykırımının bir yalan olduğu yolundaki beyanları nedeniyle mahkûm ederken, “1915 olaylarının  hukuken soykırım olarak nitelenmesi hususunda uluslararası bir fikir birliği (consensus) olduğu görüşüne dayanmışlardır. Oysa, AİHM 17 Aralık 2013 tarihli kararıyla bu görüşü reddederek, Ermeni soykırım iddiasının tartışmalı olduğunu ve üzerinde fikir birliği bulunmadığını vurgulamıştır. 
Temyiz  başvurusu
İsviçre, her ne kadar bu kararın yeniden görüşülmek üzere Yüksek Daire’ye havale edilmesini talep etmişse de, hiçbir yeni bulgu ve argüman içermeyen temyiz başvurusu gayet zayıftır. Ayrıca, söz konusu kararın dayandığı, (1) dünyadaki 190 ülkeden sadece 20’sinin Ermeni soykırımını tanıdığı, İsviçre siyasi organları arasında dahi bu konuda değişik görüşler bulunduğu; (2) uluslararası hukuka ve mahkeme içtihatlarına göre suçun soykırım olarak tanımlanabilmesi için kanıtlanması zor bir kavram olan özel kasıtla işlendiğinin yetkili bir mahkeme tarafından saptanması gerektiği, oysa  Ermeni iddiasının böyle bir karara dayanmadığı; (3) Ermeni soykırım iddiasının, uluslararası bir mahkeme tarafından kesin kanıtlarla hükme bağlanmış olan Yahudi Holokost’u gibi tarihsel bir gerçek olarak kabul edilemeyeceği, yolundaki argümanların Yüksek Daire tarafından çürütülebileceğini düşünmek zordur. Her halükârda, ortaya çıkan yeni şartlar, diyaspora ve Ermenistan açısından Türkiye’nin OTK önerisine daha realist bir gözle bakmalarını gerektirecek niteliktedir.    
Gül’ün OTK önerime desteği
OTK  kurulmasını öngören önerimi CHP Genel Başkanı Sayın Baykal’ın onayıyla 2004 yılında dönemin Dışişleri Bakanı Sayın Abdullah Gül’e sunmuştum. Sayın Gül, Türkiye’nin eline, Ermeni tarafının sürdürdüğü karalama kampanyasına karşı kullanılacak etkin bir koz vereceği düşüncesiyle önerimi benimsedi ve Başbakan Erdoğan’ın da mutabakatını sağladı. Bunu takiben Sayın Başbakan ile Sayın Baykal 8 Mart 2005 tarihinde bir araya gelerek bu projeyi açıkladılar. TBMM de, 13 Nisan 2005 tarihinde oybirliğiyle kabul etti ve tarafımdan hazırlanan bir ortak deklarasyonla bu öneriye destek verdi.
Ermenistan, Başbakan Erdoğan’ın Türk-Ermeni ilişkilerini 99 yıl önce takıldığı yerden kurtarmak için yaptığı bu inisiyatifi olumlu bir yaklaşımla değerlendirmelidir. Bu yapılmadığı takdirde, Ermenilerin sürekli mağduriyet ve hakları yenilmişlik, Türklerin ise dünya çapında bir haksızlık ve iftiraya uğramışlık hislerinden kurtarılması mümkün olmayacaktır. Bu koşullarda da iki ulus arasında uzlaşma ve barışın gerçekleşmesi bir hayal olur. Bu bakımdan, akıl ve sağduyuya dayalı çağdaş bir yaklaşım, Türk ve Ermeni uluslarının yaşadıkları beşeri facianın tüm yönlerini gün ışığına çıkarmak suretiyle tarihleriyle yüzleşmelerinden ve bunun sonuçlarını kabullenmelerinden geçiyor. Barışın bu travmadan doğması kaçınılmaz. 
 


..

Soykırım iddiaları ve AİHM’in Kararı,


 

Soykırım iddiaları ve AİHM’in Kararı,
 
 
 
“Ermeni soykırımı bir Yalandır” açıklaması nedeniyle Perinçek’in mahkum edilmesini AİHM ifade özgürlüğüne aykırı buldu. Kararın temel dayanağını da mahkemenin, 1915 olaylarının hukuken soykırım olarak tanımlanması üzerinde fikir birliği bulunmamasını gösterdi...
 
Şükrü M. Elekdağ ( BİYOGRAFİSİ )
 
29 Eylül 1924’te İstanbul’da doğdu.  İktisat doktoru, diplomat ve büyükelçi; İstanbul Yüksek İktisat ve Ticaret Okulu’nu bitirdi. Yüksek lisans ve doktorasını Paris Üniversitesi Hukuk ve İktisadi Bilimler Fakültesi’nde İktisat alanında tamamladı. Dışişleri Bakanlığı’nda Japonya Büyükelçisi, Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı, ABD Büyükelçisi olarak görev yaptı. Milliyet ve Sabah gazetelerinde köşe yazarı olarak çalıştı. Bilkent Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak ders verdi. Uluslararası Güvenlik ve Strateji Seminerleri Başkanlığı görevini yürüttü. Haber Türk TV kanalında “Stratejik Bakış” adlı programın yöneticilik ve sunuculuğunu yaptı. Sarı basın kartı sahibidir. 22. Dönem İstanbul Milletvekili. 22 ve 23. Dönem’de Türkiye-AB Karma Parlamento Komisyonu üyesi oldu. Çok iyi düzeyde İngilizce ve Fransızca bilen Elekdağ, evli ve 4 çocuk babasıdır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) 17 Aralık 2013’te vermiş olduğu kararla, Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek’in Ermeni soykırımının uluslararası bir yalan olduğu yolundaki açıklamaları nedeniyle İsviçre mahkemeleri tarafından inkârcılık ve ırkçılıkla suçlanmasını ve cezai yaptırıma mahkûm edilmesini, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) “İfade Özgürlüğü” başlıklı 10. maddesinin ihlali olarak değerlendirmişti. AİHM bu kararıyla Ermeni soykırımının varlığının kamusal alanda inkârının bir suç sayılmayacağını hükme bağlıyordu. Kararın temel dayanağını da, mahkemenin, 1915 olaylarının hukuken soykırımı olarak tanımlanması üzerinde fikir birliği bulunmadığı ve tartışmalı bir konu olduğu yolundaki görüşü oluşturuyordu. Bu bağlamda AİHM, İsviçre mahkemelerinin, “Ermeni soykırımı, Yahudi soykırımı gibi kanıtlanmış tarihsel bir olgudur” yorumunu da reddetmişti.
Ermeni iddialarını temelden sarsan bu karar, tam da soykırımın 100. yılının her türlü iletişim araçlarından yararlanarak tüm dünyayı kapsayan görkemli ve çarpıcı bir şekilde anılması için faaliyet programı hazırlığı içinde bulunan diyaspora ve Ermenistan üzerinde büyük şok etkisi yaptı ve şaşkınlık yarattı. Ermeni tezlerini destekleyen ve parlamentosu ile aynı görüşe sahip olmayan İsviçre Hükümeti de artık bu meselenin üzerine daha fazla gitmeme görüşünü benimsedi. Nitekim, Bern’in kararı temyiz etme niyetinde olmadığı çeşitli kanallardan Ankara’ya aksetmişti. Bu arada toparlanan Ermeni tarafı, konunun kendisi için “bir hayat memat” meselesi olduğu inancıyla her türlü imkândan yararlanarak İsviçre parlamentosu ve yargısı üzerinde yarattığı baskıyla hükümeti temyiz başvurusunda bulunmaya ikna etti. 17 Mart’ta yapılan başvuru önce beş hakimden oluşan AİHM yetkili kurulu tarafından görüşülerek karara bağlanacak. Başvuru reddedildiği takdirde, AİHM’nin 17 Aralık 2013 kararı kesinlik kazanacak, kabul edilirse davaya bakacak olan 17 hakimden oluşan Büyük Daire nihai kararı saptayacaktır.
Perinçek’in ifadeleri
17 Aralık 2013 tarihli kararın kaderinin ne olacağı hususunda bir tahminde bulunmak için evvelemirde bu kararın analizini yapmak gerekiyor. AİHM öncelikle Doğu Perinçek’in ifadelerinin  AİHS’nin “Hakları kötüye kullanma yasağı” başlıklı 17. madde kapsamına girip girmediğine bakmış ve 1915 olaylarının “soykırım” olarak kabul edilmesinin Ermeni bireylere karşı nefret içermediği, mağdurları aşağılamadığı, bu nedenle de Perinçek’in hassas ve ihtilaflı bir konuyu kamuya açık olarak tartışma hakkını kötüye kullanmadığını kabul etmiştir. Bu noktadan hareketle mahkeme, Ermeni soykırım iddialarını suç olarak niteleyen İsviçre yasasının ifade özgürlüğünü ihlal ettiğine karar vermiştir.
AİHM, Perinçek’in İsviçre mahkemelerince mahkûm edilmesinin temel nedeninin, 1915 olaylarının hukuken soykırım olarak nitelenmesi hususunda “genel bir fikir birliğinin mevcudiyeti” olduğu görüşüne dayandığını belirterek, bu görüşü şu üç nedenle reddetmiştir (Kararın, 115, 116 ve 117. paragrafları):
1) Bu konuda “genel bir fikir birliğinden” söz etmek çok zordur, zira İsviçre siyasi organları arasında dahi değişik görüşler bulunmaktadır. Nitekim, İsviçre Federal Mahkemesi, bu meselenin hukuki tanımlanması konusunda toplumda görüş birliği olmadığını kabul etmiştir. Ayrıca, Ermeni soykırımını dünyada ki 190 devletten yalnız 20 tanesi resmen tanımış ve - bazen İsviçre’nin durumunda olduğu gibi- tanıma sadece parlamentoya inhisar etmiş, hükümet ise bu görüşe itibar etmemiştir.
2) Kesin bir şekilde tarif edilmiş hukuksal bir kavram olan “soykırımın“ mevcudiyeti,  Uluslararası Adalet Divanı ile Rwanda Uluslarası Ceza Mahkemesi içtihatlarında öngörüldüğü şekilde, fiilin, sadece grubun bazı üyelerinin imhası amacıyla değil, tümünün veya bir bölümünün sırf o gruba mensubiyetlerinden kaynaklanan yoketme özel kastıyla (dolus specalis) işlenmesini gerektirmektedir. İsviçre mahkemeleri, “genel bir fikir birliğinin” varlığını ileri sürerken çok dar (notion de droit trËs etroite) ve kanıtlanması zor bir hukuksal kavram olan soykırımın bu hukuksal boyutunu dikkate almaktan sarfınazar etmişlerdir.
3)Ermeni soykırım iddiaları Yahudi Holokost’u gibi tarihsel bir gerçek olarak kabul edilemez. Tam tersine Holokost’a ilişkin kesin tarihsel kanıtlar mevcuttur ve mevcudiyeti uluslararası bir mahkeme tarafından kabul edilmiştir.
Hiçbir yeni bulgu yok
Temyiz başvurusu incelendiğinde, ilk göze çarpan husus, AİHM’nin 17 Aralık 2013 kararının yeniden ele alınıp değerlendirilmesini gerektirecek hiçbir yeni bulgu ve argüman içermediğidir. Başvuruda, 1915 olaylarının soykırım olduğuna kanıt olarak, mahkemenin daha önce itibar etmediği, Lemkin’nin soykırım terimini bu olaylardan esinlenerek icat etmiş olduğundan ve işgal altındaki İstanbul’daki meşruiyetten yoksun Divan-ı Harb-i Örfi yargılamalarında alınan kararlardan başka bir şey gösterilememesi, başvurunun daha ilk aşamada beş kişilik hakimler kurulu tarafından reddini gerektirecek niteliğine işaret ediyor.       
Mondros Mütarekesi’ni izleyen işgal döneminde Sultan Vahdettin ve Damat Ferit Paşa’nın, savaş suçlarına ilişkin iddiaları İttihatçı hükümetin sırtına yüklemek ve bu suretle Paris Barış Konferansı’nda barış şartlarını yumuşatma umuduyla başlattıkları bu yargılama sürecine kısaca değinelim. Bu amaçla kurdurulan Divan-ı Harpler, Ermeni tehcirine ve azınlıklara yapılan zulüm ve katliama ilişkin suç iddialarıyla İttihat ve Terakki Fırkası mensupları ile kamu görevlilerini sahte kanıtlarla yargılamış ve zanlıları idam da dahil çeşitli cezalara çarptıran kararlar almıştır. Bu dönemde özellikle “Nemrut Mustafa Paşa Divan-ı Harbi” olarak bilinen mahkeme haksız ve adaletsiz kararlarıyla ün salmıştır. Sanıklar lehine ifade verecek kişiler mahkemeye çıkarılmamış, tanıklar İngiliz Yüksek Komiserliği’nde oluşturulan “Ermeni-Rum  Şubesi”nde eğitilerek mahkemeye gönderilmiştir. İstanbul’daki İngiliz Yüksek Komiseri Calthorpe dahi bu rezilane durumdan rahatsız olarak 1 Ağustos 1919’da Londra’ya gönderdiği raporda “mahkeme süreci, hem bizim, hem de Türk hükümetinin itibarını zedeleyen bir maskaralığa dönüşmüştür” demek zorunluluğunu hissetmiştir.
Karar geçersiz sayılmaz
Ermeni tezlerini savunan tarihçiler ve yazarlar, bu mahkeme kararlarının İttihat ve Terakki Hükümeti’nin soykırım suçunu işlediğini kanıtlayan temel belgeler olduğunu ısrarla ileri sürerler. Oysa, Amerika’nın soykırım alanında önde gelen akademisyenlerinden olan Prof. Guenter Lewy, işgal altındaki Osmanlı Devleti’nin askeri mahkemeleri tarafından alınan bu kararların, tamamen siyasi amaçlı olmaları ve doğruluğu denetlenmemiş belge ve tanık ifadelerine  dayanmaları nedeniyle ciddi ve güvenilir kanıtlar olarak kabul edilemeyeceğini vurgulamıştır. Görüleceği üzere, Mütareke döneminin kukla mahkemelerinin adalet ve meşruiyetten yoksun kararlarının soykırım tezine kanıt olarak sunulması boş ve anlamsız bir çabadır. İsviçre’nin temyiz başvurusunun akıbetine gelince, başvuru, kazaen ilk incelemeyi yapan hakimler kurulundan geçse dahi, Yüksek Daire’nin, 17 Aralık 2014 kararının esasını oluşturan Ermeni soykırımının tartışmalı bir konu olduğu ve hukuksal bir boyutu bulunduğu görüşünü geçersiz sayması olası değildir.
 
 
.