7 Ocak 2018 Pazar

İmparatorluğun Devşirmeleri, İç Oğlanlardan Veziri'azamlara



İmparatorluğun Devşirmeleri , İç Oğlanlardan Veziri'azamlara




NECDET SAKAOĞLU / Popüler Tarih - Ocak 2001 / 8.Sayı


3 Kıtaya Hükmeden Osmanlı
İmparatorluğun Devşirmeleri


Devşirmelerin kaderi neydi? Kimler, nasıl devşirilirdi?
Devşirmeler, sarayda ve orduda nasıl yükselirlerdi?
Bunların, Müslümanlığı ve Osmanlılığı ne düzeyde benimsedikleri nasıl anlaşılabilirdi?

Pençik oğlanı, devşirme oğlanı, acemi oğlan, potur oğlanı, kuloğlu, içoğlanı... Bunlar kim lerdi?

Unutmamalı ki, “Orduyu Hümayun” denilen devasa Osmanlı ordusunun asıl yapısını, her ne kadar Türk tımarlı sipahileri oluşturmakta ise de, merkezdeki daimi ve paralı kapıkulu birlikleri, Türk unsurların yer almadığı, “kul” (server) statüsündeki gayri Türk tutsak ve devşirmelerden oluşuyordu.
Kapıkullarının kaynağı ise pençik ve devşirme oğlanları idi. Osmanlı devleti, en kuvvetli dönemlerinde, ordusunun çekirdeği ve idarî teşkilatlarıyla bu “oğlanlar”ın üzerine inşa edilmişti; pençik ve devşirme kaynaklarının kuruması, Kapıkulu Ocakları'nın disiplinini yitirmesi sürecinden, modernleşme sürecine girilinceye değin geçen zamanda ise, Kapıkulu ordusu çökmüş; yönetim ise çoğunlukla öngörü yoksunu, bilgisiz kişilerin elinde kalmıştır.
Kara Rüstem ve Kara Halil gibi iki namdar din-hukuk adamının teklifiyle 3. padişah Murad Hüdavendigâr (1362- 1389) döneminde kurulup, “Yeniçeri nam ve nişanını yeryüzünden kaldırmaya" yemin eden 30uncu padişah II. Mahmud'un (1808- 1839) 1826'da imha ettiği Kapıkulu Ocakları'nın 500 yıllık tarihi, inanılmaz olaylarla doludur. Bu uzun tarihin 17. yüzyıl sonlarına kadar süren ilk döneminde ise yeniçeriliğin kaynağı önceleri pençik oğlanları, devletin en güçlü dönemlerinde de devşirmeler olmuştur.  
“Penç-ü yek'ten pençik”

Pençik oğlanı, Farsça “beşte bir” anlamındaki “penç-ü yek”ten (tavlacılar bilir) Türkçeleşmiş bir deyimdi. Savaş ve akınlarda tutsak alınan her beş kişiden biri, vergi olarak devlete veriliyor; bunlardan kızların, güzel ve yetenekli olanları, sarayın harem hazinesine ayrılıyor, diğerleri ait olduğu ülkeye satılıyordu.
Erkek tutsaklar da “şirhor” (henüz bebe), “beççe” (3- 8 yaşında), “gulâmçe” (8-12 yaşlarında), “gulâm” (buluğa ermiş), “sakallı” (yaşı geçkin), “pir” (ihtiyar) ola rak gruplandırılıyor; gulâmçe ve gulâmların sağlıklı olanları asker adaylığına ayrılıp diğerleri yine satılarak hazineye gelir sağlanı yordu.
Karamanoğulları, Aydınoğulları beyliklerinde de uygulanan Pençik yasasını, Osmanlıla rın da 1360'lardan başlayarak benimsedikleri; “seçmece” tutsak gençlerden bir ordu kurmaya yöneldikleri anlaşılıyor.

Devşirme oğlanı

Askere duyulan ihtiyaç ve Pençik Kânunu'nun ancak savaş ve akınlar söz konusu olduğunda geçerli olması nedeniyle, 15inci yy başında daha düzenli işleyecek bir sistem öngörülerek, Rumeli topraklarında yaşayan Osmanlı uyruğu Hıristiyan ailelerden -yine bir tür pençik vergisi gibi - işe yarar gençler, “devşirme oğlanı” adıyla alınmaya başlanmış; bunun için bir de Devşirme Kanunu konulmuştur.
 Zamanla Bulgaristan, Yunanistan, Sırp ve Ulah memleketlerini, Arnavutluğu, Bosna ve Her­sek'i, Macaristan'ın büyük bölümünü kapsayan Osmanlı topraklarında yaşayan Hıristiyan aile­lerden, üç beş yılda bir, Devşirme Kanunu'na göre, 8 ila 20 yaşları arasındaki sağlıklı “seçmece” gençler devşirilmesi, 17. yüzyıl sonlarına kadar sürmüştür. Osmanlı belgelerinde, “esnaf-ı tâife- i döğşürme-i gulâman” olarak geçen devşirme oğlanlarını, 16. yüzyıla kadar beylerbeyleri, sancak beyleri ve kadılar devşirirlerken, bu işlemin giderek iltimas ve rüşvete bulanması üzerine, merkezden, Yeniçeri ağasının onayı ile ocağın büyük zabitlerinden, her bölgeye ayrı ayrı devşirme eminleri atanmaya başlanmışsa da, rüşvetle oğlan vermekten kurtulma, önlenememiştir.

Devşirme eminleri ne yapıyorlardı?

Bunlar, kendi devşirme alanlarındaki yerleşim yerlerini gezip, köylere tellallar çıkartarak Hıristiyan çocukları, babalarıyla birlikte ve başlarında köy papazı, papazın elinde de vaftiz defteri olmak üzere, kadılık merkezine getirtirlerdi. Kadı'nın, sipahi ağalarının, köy kethüdalarının da hazır bulunduğu şer'i mecliste, “kırk hanede bir oğlan” hesabıyla, ayrıca evliler, yaşı ondördün altında, on sekizin üstünde olanlar, tek çocuklar, sağlıksızlar, çelimsiz ve çirkin olanlar, keller, sığırtmaçlık ve çobanlık yapanlar, yetim ve öksüzler hariç tutularak seçim yapılır; seçilenlerden, endamlı, güzel yüzlü, zeki ve soylu olanlara, ileride saraya kaydırılmaları için, eşkâllerinin (fiziksel özelliklerinin) yazıldığı defterlere işaret konurdu. Bu defterlere vücut özellikleri, köyleri, baba ve ana adları yazılan devşirme oğlanları, yüzer, yüz ellişer kişilik “sürü”ler halinde sürücülere teslim edilirdi.
Anadolu'daki Rum ve Ermeni Hıristiyanlardan da zaman zaman devşirme oğlanı toplanmıştır ki, Mimar Sinan bunlardandır. 1616 ve 1626'da iki kez sad razam olan Halil Paşa, Maraş dolaylarından devşirilmiş bir Ermeni idi.
(Tarihci’nin Notu:Her ne kadar Mimar Sinan, Rum ya da Ermeni asıllıdır dense de, günümüzde aralarında Erhan Afyoncu’nun da olduğu pek çok tarihçi Mimar Sinan’ın Karamanî Türkü olduğunu savunmaktadır…Karamanî Türkleri,Malazgirt Savaşı’ndan iki ya da üç yüzyıl önce Anadolu ve Balkanlara yerleşmiş Peçenek ve Oğuz Türkleriydi. Bu Türk boyları Bizans Devleti içinde yaşıyorlar ve paralı askerlik yapıyorlardı. Sonradan Bizans’tan etkilenip Hristiyanlığın Ortodoksluk mezhebini kabul ettiler. Malazgirt Savaşı’nda bu Peçenek ve Oğuz Türklerinin savaştığı milletin Türk olduğunu anlayınca saf değiştirdikleri de bilinir. Karamanî Türkleri Malazgirt Savaşı’ndan sonra Konya, Karaman, Kayseri, Nevşehir civarına yerleştiler. Hıristiyan olmalarına rağmen dillerini ve örf-adetlerini devam ettirdiler. Mübadele sırasında çok büyük bir çoğunluğu Yunanistan’a göç etti.)
16. yüzyılda, Trabzon civarındaki Laz köylerinden de devşirme oğlanı toplanmıştır.

Tarihimizde pek konu edilmeyen trajik sahneler

Bu noktada, yüz yıllarca süren devşirme uygulamasının yaşattığı dramatik-trajik sahneler, tarihlerimiz yazmasa da gözler önüne geliyor.
Kimi tarihçiler, Hıristiyan ailelerin çocuklarını, ileride paşa olacakları umuduyla ve seve seve verdiklerini ileri sürseler de, böylesinin azınlıkta olduğunu düşünmek daha mâkûldür.
Nitekim Devşirme Kanunu'na yüzyıllarca boyun eğmiş ülkelerin tarihlerinde, biraz da abartılarak, bunun tam tersi yazılmakta, trajik sahneler anlatılmaktadır. 
Ancak yazgıları pençik oğlanı, devşirme oğlanı, acemi oğlanı, içoğlanı olarak başlayıp, sonra çeşitli aşamalardan geçip kapı kulluğundan ya da saraydan “çıkma” yöntemiyle ayrılarak, sadrazamlığa kadar yükselen devletliler gerçekten pek çoktur.
Enderun örgütünün özellikleri

Pençik ve devşirme oğlanları arasından seçildikten sonra Topkapı, Galata, İbrahimpaşa ve Edirne saraylarında, çok yönlü eğitimden geçirilen saray acemi oğlanlarına bu evrede “celeb” deniyordu. Bunlar arasından özenle seçilenler, huzura çıkartılıp padişahın da onayı alındıktan sonra Enderun'a yollanırdı. Ayrıca savaşlarda tutsak edilen soylu yabancı çocukları, iç oğlanları ya da Gılmanan-ı Enderun adıyla, Topkapı Sarayı'nın Enderun örgütüne alınırlardı. Artık “dolamalı” olarak anılan gençler, önce “Büyük Oda” ve “Küçük Oda” denilen hazırlık sınıflarında eğitilirler; buradan da “Kaftanlı'”sanıyla Seferli, Kiler, Hazine odalarına ve nihayet en saygın konumdaki Hasoda'ya geçerek “zülüflü ağa” olurlardı. Bütün bu aşamalarda çok sıkı bir eğitim gördükleri gibi, bir yandan da padişahın özel hizmetlerini kusursuz bir biçimde yerine getirirler, müzik, spor, sahne gösterileri sergilerlerdi. “Çıkma” denen bir saray geleneğiyle de sırası gelenin içoğlanlığı sona erer, önemli dış görevlere atanarak saraydan ayrılırlardı.
Acemi oğlan veya torba oğlanı

Payitahta getirilen devşirme oğlanları, önce sağ ellerinin işaret parmakları kaldırtılıp Kelime-i Şahadet getirtilerek Müslüman olurlar; sonra, Ağakapusu'nda merdivenbaşında oturan Yeniçeri Ağası'nın huzurun da, ocak cerrahı tarafından muayeneden geçirilip sünnet edilirlerdi.
“Eşkâl defteri”ndeki kayıtlara da bakan Yeniçeri Ağası, devşirme oğlanlarının en yakışıklı, güzel yüzlü, soylu olanlarını saray için, gürbüzce olanlarını Bostancı Ocağı için ayırır; kalanlar, geçici olarak Rumeli ve Anadolu'daki Türk çiftliklerine yerleştirilir; böylece tıpkı pençik oğlanları gibi, devşirme oğlanları da birkaç yıl “Türk üzerinde” kaldıktan sonra, bir akçe yevmiye ile temel askerlik eğitimi alacakları Acemi Ocağı'na veya doğrudan Yaya, Cebeci, Topçu, Sekban ocaklarına gönderilirlerdi.
Pençik ve devşirme oğlanlarının askeri eğitim gördükleri kışlalara “Acemi Ocağı” deniyordu. Pençik oğlanları, çoğunlukla Gelibolu Acemi Ocağı'nda yetiştiriliyordu. İstanbul'un fethinden sonra, Şehzadebaşı - Vezneciler arasındaki “Eski Odalar” olarak anılan Yeniçeri kışlasının yanında, büyük bir Acemi ocağı Odası (kışla) vardı. Devşirmeler burada, 31 cemaat (bölük) olarak askeri eğitim alır; belli dallarda profesyonelliğe hazırlanır, türlü hizmetlere koşulur; ihtiyaç oldukça Kapıkulu ocaklarına geçerlerdi.

Kapıkulu ocakları

Acemi oğlanlıktan Kapıkulu ocaklarına geçerek yeniçeri, sipahi, cebeci, topçu, humbaracı olanların askerlikleri ölünceye kadar sürerdi. Bunlar, “Oda” denen kışlalarda yaşar, savaş çıkınca cepheye giderlerdi.
İlk zamanlar, yaşlı ocak zabitlerine emekli olma ve evlenme izni verilirken, sonraları yaşı genç her kapıkulunun evlenmesine göz yumuldu. Hatta bunların, “kuloğlu” denen- erkek çocuklarına babaları ölenlere, Sekbanlar fırınından un ve ekmek, üç ayda bir 15 akçe ulufe, donluk çuha verilmesi gibi haklar tanındı. 16. yüzyıl sonlarında ise kuloğulları, Acemi Ocağı'na, kimi askeri hizmet yerlerine alınmaya başlandı.
Tarihçilerin devşirme ve tutsak kökenli “Osmanlı”lara yönelik değerlendirmeleri farklıdır. Bazıları İmparatorluğa insan kaynağı sağlayan sistemi överken, bazıları Türk padişahının ordusunda ve sarayında ne kadar saygınlık kazansalar ve mevkiler elde etseler de, kendi iradeleri dışında yazgılarını değiştirdiği için, devşirmelerin Türklere kin besledikleri ve düşmanlık ettiklerini yazarlar. Meselâ merhum İsmail Hami Danişmend, “Mufassal Osmanlı Tarihi Kronolojisi”nde, devşirme kökenli Osmanlı paşalarının özellikle Anadolu Türklerine reva gördükleri kıyımları ön plana çıkarmıştır.

Sistem nasıl bozuldu?

Sultan III. Murad'ın (1574- 1595) 1582'de, oğlu şehzâde Mehmed (III. Mehmed) için Atmeydanı'nda düzenlettiği sünnet şenliğinde çok beğendiği kimi hünerbazları -Yeniçeri ağasının itirazına kulak asmayarak- “ağa çırağı” sanıyla Acemi Ocağı'na aldırtması sistemde bir delik açmıştır. Bu delik daha sonraları genişlemiş ve “ulufeli” (hazineden aylıklı) olmak isteyenlere, rüşvet karşılığı “ağa çırağı” statüsünde Acemi Ocağı’na, oradan da Kapıkulu ocaklarına geçmenin yolu açılmış, uzun vâdede Pençik ve Devşirme kanunları işlemez olmuş; ocaklar, ağa çırakları ve kuloğulları ile dolmuştur.
Devşirme paşalar

Devşirmelere yükselme yolunu açan padişahların ilki ise, Fatih'tir. Onun vezir-i âzamlarından Mahmud Paşa, Gedik Ahmet Paşa başta olmak üzere, sonraki dönemlerin ünlü Osmanlıları, meselâ Makbul İbrahim, Sokollu Mehmed, Cığalazâde Sinan, Ferhad, Lala Mehmed, Kuyucu Murad, Kemankeş Kara Mustafa Paşalar devşirme kökenliydiler. Bunların Müslümanlığı ve Os­manlılığı ne düzeyde benimsediklerini, hizmetlerine, bıraktıkları hayır eserlerine, tesis ettikleri va kıflara bakarak kolayca açıklayabiliyoruz.
Kimilerinin, bilinçli olarak - mesela Kuyucu Murad Paşa gibi- Türk, Türkmen düşmanlığı yaptıkları ise tartışma konusudur.
Devşirme kökenli paşaların asıllarını ve ailelerini unutmamaları ise çok tabiidir.
Meselâ, Sokollu Mehmed Paşa, Bosna'daki ailesiyle ilişkisini kesmemiştir. Yine Macaristan'da Lipve Sancakbeyi olan Mustafa Bey'i, Hıristiyan kardeşleri ziyaret ederlerdi. Bu zatın akrabası olup Avusturya kralının damadı ve elektörü olan bir kişinin Mustafa Bey'in aracılığıyla İstanbul'a gelmek istediği de kayıtlara geçmiştir.

Kaptan-ı Derya Cığalazade Sinan Paşa, Donanma-yı Hümâyun ile Mesina'ya gittiğinde, kendi memleketi olan yörede coşkuyla karşılandığı, annesi ve kız­ kardeşiyle görüştüğü; sadrazam Halil Paşa'nın ise 1626'daki Doğu seferinde, ordu Payas menzilinde iken köyüne kadar gidip Ermeni akrabalarıyla görüştüğünü tarihler yazmaktadır.  

***

Trona ve Bor

 Trona ve Bor


27/3/2001 - 11:00

      


Bir süre önce "Bor Madenlerinin Özelleştirilmesi" ile alakalı olarak bir dostumdan mektup almıştım. Şöyle yazmıştı dostum: 

"Gazetelerden Bor Madenlerinin özelleştirileceğini okuyorum. 

1981 yılında, bir şirket Bor Madenlerinin işletme hakkı olan imraniye karşılığı Hisar Bank'dan kredi almıştı ve ödeyememişti. Hatta ödemek için beyaz zehir ticareti yapmaya çalışmışlar ve emniyet ekipleri tarafından tutuklanmışlardı. 

Hisar Bank icra kanalı ile sahada bulunan madene el koymuştu. 

Bu isi temizlemek görevi verilen ekipte ben de vardım. Bu madeni satıp kredi borcu temizlenecekti. Bu konuda inceleme yapmıştık. İnceleme neticesi bunu ancak tekel durumunda olan Yahudi broker şirketleri kanalı ile Amsterdam / Hollanda mal borsasında satabileceğimizi öğrendim. Bu arada öğrendiğim en önemli konu bu madenin katı Füze yakıtı olarak kullanıldığı ve çok stratejik bir malzeme olduğu idi.

Özelleştirilmeye gelince;

Türkiye de özelleştirme projesi kapsamında hem master planda hem de bazı özelleştirme projelerinde çalıştım.

Teletas da stratejik nokta; savunma sanayi için gerekli ve ülkenin dışa bağımlığını önleyecek teknoloji üretiliyordu.

Özelleştirme kapsamında British Telecommunication özelleştirilmesini inceleyerek. Türkiye’nin haklarının korunması için "Altın Hisse" çıkarılması ve ana sözleşmeye bu konuda madde eklenmesi ve bu şekilde ülke çıkarlarının korunması için 'veto hakki' elde edilmesi konusunda çalışma yaptım ve gerçekleştirdim. 

Fakat maalesef Tansu Çiller hükümeti, Can Yeşilada Özelleştirme Dairesi Başkanı olduğu zaman 18% hisseyi Alcatel'e satmak için bunu iptal etti. Borsada daha yüksek fiyata satmak yerine blok satışı tercih ettiler. Türkiye’nin 25 Milyon Dolara muhtaç olduğunu hiç zannetmiyorum. Çıkar çevreleri bunu Alcatel'in isteği doğrultusunda gerçekleştirdiler.

Sonuç: Alcatel binlerce kişiyi işten çıkardı. Araştırma ve Geliştirme Laboratuarını (Ar-Ge) kapatarak buradaki bazı mühendisleri Belçika’ya götürdü. Kısaca teknoloji üretimini durdurdu.

Simdi, bor madeni konusunu düşündüğümde önerim:

Özelleştirilmenin bu konuda yapılmaması, IMF ile geri dönülmeyecek durumda anlaşılmışsa, "Altın Hisse" şartı ile özelleştirilmesi."


Bir başka okuyucumuz ise Trona ve Bor konusunda "içeriden" bilgiler vermiş. Sözü kendisine bırakıyoruz.

"Trona, 1990'lı yıllarda yurt dışı firmalar ile temasa geçilerek çalıştırılmak istenilmiş ve FMC firması ile Solvay devreye girmişlerdir. 

Bu iki firma olanca gücü ile işleri yavaşlatmış dolayısıyla da konunun sürüncemede kalmasına çalışmışlardır. 

Bu sırada trona 2840 sayılı " devletçe işletilecek madenler" kapsamında olmasına rağmen, bu iki firmanın istekleri ve Türkiye'deki uzantılarının istekleri doğrultusunda, bu kapsamdan çıkartılmıştır. 

İmzalar zamanın Başbakanı Mesut Yılmaz ile Başbakan Yardımcıları Bülent Ecevit ve Hüsamettin Özkan'a ait.

FMC İle Solvay Firmalarının Türkiye Ayağı Park Holding'in sahibi Turgay Ciner ile Bayındır Holding'in sahibi Kamuran Çörtük'ü 8 milyar dolarlık "stratejik maden ortaklığı"nda buluşturan isim Mesut Yılmaz. 


 
Kamuoyunun yakından bilmediği bu ortaklık, 1997'de Eti Soda A.Ş. adıyla gerçekleşti.

Tabidir ki bu ortaklığın hayata geçmesi ve yapılan çalışmaların Eti Holding içerisinde yönlendirilmesini temin eden kişileri unutmamak gerekmektedir.

Eti Holding Genel Müdürü Ziya Gözler; Turgay Ciner ve Erhan Aygün’ün Trona işlerini organize eden ve onlara her türlü kapıyı açan ve hatta bu uğurda sekreteri Nuray'ın kocası, Maden Mühendisleri Odası ile bire bir ilişkili Safter'i, Eti Holdingden istifa ettirerek Bayındır Holding’e geçiren ve dolayısıyla işlerin ikinci ayağını oluşturan ve Eti Holding içerisindeki Teftiş Kurulu Başkanı olan O. Y. ve bunun yandaşı müfettişler ile hukuk müşavirini organize eden, bu oluşumu, belirli rant karşılığı hayata geçiren A. H.Ö.’in organizasyonunda, trona madeni resmen Park-Bayındır ortaklığına peşkeş çekilmiştir.

Karşılıkları ise oldukça verimli olarak alınmıştır. Ziya Gözler, Süleyman Demirel tarafından yılın bürokratı seçilmiştir. Kendisine yardım ve yataklık edenlerin tümü terfii ettirilmiş ve ranttan paylarını almışlardır.

Türkiye'deki soda yatakları, ABD'den sonra dünyadaki ikinci önemli yatak olarak kabul ediliyor. Soda külünün hammaddesi olan trona, cam sanayisinin ana hammaddesi. Ayrıca, alüminyum üretimi, sabun ve deterjan, kağıt, suyun sertliğinin giderilmesi, petrol rafinerisi, metal arıtımları, boya, tekstil, parfümeri, döküm sanayisi, galvaniz kaplama, sondaj, fotoğrafçılık gibi birçok alanda kullanılıyor.

Tabii bu organizasyon sadece soda ile sınırlı kalmamaktadır. Yılın bürokratı ödülü kendisine sunulan Ziya Gözler, bu ödül ile yeni bakan olan Şükrü Sina Gürel'in prensi durumuna gelmiş (getirilmiş) ve her dediği olur hale sokulmuştur. 

Trona'da yapılan organizasyon pek bir beğenildiğinden aynısı Bor madenleri için de yapılmalıydı, Ziya Gözler bu nedenle Bakanı da arkasına aldığından olacak ki, bilinçli olarak Eti Holding tarafından atıl gösterilen Kestelek Bor madenlerinin özel sektörce çalıştırılması ve hatta özel sektörce pazarlanması için beyin yıkama organizasyonuna başlamıştır.

Bunun için zaten hazır olan ortam, A.H.Ö. organizatörlüğünde, Teftiş Kurulu Başkanı O.Y., Müfettişler, Hukuk Müşaviri C.B., Pazarlama Genel Müdürü A.Ş., Pazarlama Genel Müdür yardımcısı, daha da hazır hale getirilmiş ve 2840 sayılı kanuna rağmen bir çerçeve anlaşması yapılarak Bor madeninin üretim ve pazarlaması Park Holdinge verilmiştir.

İşi organize edenler, ya tutarsa mantığı ile göle bir maya çalmışlar fakat direkten dönmüştür. Ancak, Ziya Gözler'e yılın bürokratı unvanı verenler, bu konunun mutlaka çözülmesinde ısrar etmektedirler.

Hatta Erhan Aygün, Ziya Gözler'e ağza alınmayacak küfürler ve tehdit etmektedir. Bu arada Danıştay'a yazılar yazılmakta, hukukçulardan görüşler alınmakta ve zemin gittikçe daha da hazır hale getirilmektedir.

Ziya Gözlerin bu başarısız girişiminin ardından zaten rant paylaşımında oldukça sıkıntıya düşen, A.Ş., M.A. ve ekibini Pazarlama Genel Müdürlüğünden Şükrü Sina Gürel’in desteği ile uzaklaştırmış, kendi ekibi olan Ü.Ü., A.H.Ö. ortaklığını Pazarlama Genel Müdürlüğünün başına getirmiştir.

Artık ortam hazırdır. Danıştay’dan da muallak bir cevap gelmiş, Eti Holding Hukuk Müşavirliği ile Teftiş Kurulu da zaten kendi görüşleri doğrultusunda mütalaa vermişler, aynı yukarıda başarısızlıkla sonuçlanan çerçeve anlaşması bu kez yeni yönetimle (Ü.Ü., A.H.Ö., O.Y., C.B. ve Ziya Gözler) imzalanmıştır.

İşte bu organizasyonun perde arkası. Hayata geçirilmesi halinde ki mutlak surette hayata geçirilecektir. Sözler verilmiştir. Ziya Gözler'in Eti Holding içerisindeki bunca şaibeli tutum ve davranışı varken Şükrü Sina Gürel ve dolayısıyla Hüsamettin Özkan tarafından oldukça sıkı korunmasının altında yatan gerçekler."