11 Şubat 2016 Perşembe

FÜZE KALKANI SİSTEMİ VE TÜRKİYE




 
FÜZE KALKANI SİSTEMİ VE TÜRKİYE

ŞÜKRÜ ELEKDAĞ selekdag@hotmail.com


Halen  Obama yönetimi tarafından  NATO  çerçevesinde  gerçekleştirilmesi öngörülen Füze Kalkanı  projesi, esasında Başkan Bush zamanında geliştirilen  bir savunma  kavramına   dayanıyor. Buna  göre,  balistik  füzelere karşı  küresel  çapta  bir  savunma ağı oluşturulmak  suretiyle, hem ABD topraklarına hem de  NATO ülkelerine  yönelik bir   füze tehdidi dünyanın neresinden gelirse gelsin,  zamanında  teşhis  edilecek  ve  atılan  füzeler  hedeflerine  erişmeden imha  edilecektir. Başkan  Bush, bu  geniş kapsamlı  projeyi,  Çek Cumhuriyeti ile  Polonya’da  radar ve  füze savar sistemleri konuşlandırmak  suretiyle  başlatmayı öngörüyordu.

Ancak Moskova, Rusya’nın  tehdit odağı olarak gösterilmesi nedeniyle  bu konuşlandırmaya   şiddetle karşı çıktı. Hernekadar, Washington Moskova’ya  kurulacak  anti-balistik füze  kalkan  sisteminin  kendisine karşı olmadığını, alınan önlemlerin esasta İran’dan kaynaklanabilecek füze  tehdidini bertaraf etmeyi öngördüğünü izaha çalıştıysa da  bunda başarılı olamadı. Bu gerginliğin tırmandığı  dönemde  Rusya ile ABD  sahip oldukları stratejik nükleer silahların  karşılıklı ve  dengeli bir şekilde  azaltılması için  yaptıkları müzakereler sonucunda,  1991  yılında  imzalamış oldukları  START  (Stratejic Arms Reduction Treaty = Stratejik Silahları Azaltma Antlaşması) antlaşmasının yerine geçecek yeni bir Antlaşma üzerinde mutabık kalmışlardı. Yeni START hem  nükleer başlıklarda  hem de lançerlerde önümüzdeki yedi sene  içinde kademeli olarak yapılması planlanan kayda değer indirimler öngörüyordu. Moskova, ABD’nin füze savar sistemlerini Polonya ile Çek Cumhuriyeti’ne konuşlandırmakta ısrar  etmesi  durumunda,  yeni START antlaşmasını  imzalamayacağını açıklayınca, Başkan Obama Moskova ziyareti sırasında anti-balistik füze kalkan projesini askıya aldığını  belirtti  ve bundan sonra antlaşma imzalanabildi. 

Rusya’nın  projeye karşı kuvvetli hassasiyet göstermesinin nedeni,  anti-balistik kalkan  sisteminin, Washington’un  sahip olduğu balistik füzelere koruma sağlamak  suretiyle  ABD  balistik füze gücünü kuvvetlendireceği  ve START ile sağlanan  güç dengesini  Rusya aleyhine  bozacağı endişesinden  ileri  geliyordu.  Rusya ile ABD arasında çıkan bu anlaşmazlık bir kere daha şu gerçeği ortaya koymuş oldu: Anti-balistik  füze kalkan  sistemi pasif bir savunma sistemi olarak görülse de,  eğer bir devletin sahip olduğu nükleer balistik füzelere  koruyuculuk sağlıyorsa, o zaman aktif bir saldırı silahı etkisi yaratır.

Aşamalı Uyarlanabilir Yaklaşım

Bu arada Obama yönetimi,  küresel füze savar sistemi kurma  inisiyatifini,  Rusya’nın endişelerini   dikkate alan, daha seyyar (hareketli) unsurlardan oluşan  bir yapılanmaya dayanan  ve tehdit odağını İran olarak tanımlayan  bir  proje  çerçevesinde canlandırdı. Avrupa’nın  füze savunmasına  yönelik “Aşamalı Uyarlanabilir  Yaklaşım” (Phased Adoptive Approach)[1]  adlı bir belgede detayları belirtilen  bu proje  Başkan Obama  tarafından  17 Eylül 2009  tarihinde onaylayarak  yürürlüğe konuldu. Halen, ABD’nin NATO’ya entegre ederek  bir NATO projesi haline getirmek için çaba  sarfettiği füze savunma sistemi işte bu “Aşamalı Uyarlanabilir Yaklaşımdır” (AUY).
Yeni yapılanma, denize ve karaya konuşlanmış  geliştirilmiş  Missile-3 (SM-3) füzesavar füzelerinden ve Avrupa’ya konuşlandırılmış erken uyarı ve izleyici radar sistemlerinden  oluşuyor. Füzesavar  sistemleri  Doğu Akdeniz, Ege ve Karadeniz’de  hareket halinde  bulunacak  AEGİS sınıfı  seyyar deniz  platformlarına monte edilecek. Bu suretle  İran’ın ateşleyeceği balistik füzelerin yörüngeleri erken uyarı ve  izleyici radarlar tarafından saptanarak füzeler daha uçuşlarının  ilk aşamasında avcı füzeler tarafından imha edilecek.

Tehdidin kaynağı İran

AUY belgesinde, yer alan tehdit  değerlendirmesinde, bu projeyle hiçbir şekilde  Rusya Federasyonu’nun nükleer caydırıcı gücünün etkisizleştirilmesi gibi bir amaç güdülmediği  hususunda Moskova’ya teminat veriliyor.  Buna mukabil,  belgede, kesin ifadelerle, tasarlanan füze savunma sisteminin  İran’dan  kaynaklanan  balistik füze tehdidine karşı olduğu vurgulanıyor ve şu ilginç değerlendirme yapılıyor: “İstihbarat camiası,  kıtalararası füze tehdidinin  çok yavaş bir şekilde geliştiğini, buna mukabil  İran’ın  kısa ve orta menzilli  balistik füze tehdidinin  öngörülenden  çok daha hızlı bir şekilde geliştiğini saptamıştır”. Bu değerlendirmeden hareketle, İran’dan  kaynaklanan asıl tehdidin özellikle  Avrupa ve Ortadoğu’daki  ABD müttefiklerini (tabi bunlar arasında İsrail başta geliyor) ve   ABD’nin bu bölgede bulunan kuvvet unsurlarını hedef aldığı öngörülüyor.

AUY belgesinde  İran’dan kaynaklanan bu tehdidin Avrupa’da  2010’dan  2020 yılına  yayılan bir zaman diliminde  dört kademede geliştirilecek bir sistem ile karşılanacağına detaylı bir şekilde yer veriliyor. Birinci safhada,  iki yıllık bir süre içinde, izleme radarları ve AEGİS’lere monte edilmiş SM-3 avcı  füzelerinden oluşturulacak  füzesavar sistemiyle, İran’dan gelecek balistik füze tehdidi önlenecektir.  İkinci ve üçüncü safhaları  kapsayan 2018’e kadar  geçen dönemde İran’ın daha uzun menzilli ve daha etkili füzelere sahip olacağı  dikkate alınarak   savunma  bölgeleri  genişletilecek  ve sistem daha etkin füze savunma sistemleriyle donatılacaktır. Dördüncü ve son safhada ise, İran’ın ABD’ye erişebilecek menzili bulunan  kıtalararası balistik füzelere sahip olacağı dikkate alınarak,  hem  daha geliştirilmiş  füze savar sitemleri  devreye sokulacak,  hem de  bunlarla  ABD’nin Alaska  ve Kaliforniya’da bulunan karaya konuşlanmış füze savar sitemlerinin  senkronize bir şekilde işlemeleri sağlanacaktır.
ABD’nin  2015 yılına kadar füze önleyici  füze platformu olarak, 38 AEGİS gemisine sahip olmayı şu nedenlerle planladığı anlaşılıyor: (1) Tehdide yakın ülkelere SM-3  füze savar  sistemlerinin konuşlandırılmasının  ev sahibi ülkelerde  rahatsızlık oluşturmasını önlemek. (2) SM-3  füze savar sistemlerinin  seyyal deniz  platformlarına monte edilerek, bunların  tehdit bölgesine yakın denizlere kaydırılması suretiyle, hem caydırıcılığın etkin hale getirilmesi, hem de tehdide karşı zamanında tedbir alınmasının sağlanması. (3)  AEGİS gemilerinin  sürekli şekilde Karadeniz’de  devriye gezmesini sağlamak. Montrö Sözleşmesi’ne  göre,   Sözleşmeye uygun şekilde Boğazlardan  geçen bir savaş gemisinin 10 bin tonun üstünde olamayacağı  ve   Karadeniz’de  21  günden  fazla kalamayacağı  dikkate alındığında ABD’nin bu kısıtlamalar  çerçevesinde hareket etmesi gerekiyor.  

Füze kalkanı İran’ı vurmanın ön hazırılığı mı ?

Aslında ABD’nin füze kalkanı konusunda Türkiye nezdinde   ikili ilişkiler  bazında  yapmış olduğu  taleplere karşı AKP Hükümeti’nin yaklaşımı, bu projenin İran’la ilişkilerini bozacağı gerekçesiyle,  başından beri olumlu olmamıştır.
Ancak, Ankara,  Washington’a, bu projenin  Türkiye’nin  NATO yükümlülükleri çerçevesinde ele alınabileceği mesajını vermiştir. Halen, ABD yönetiminin,  İran’a yönelik olduğunu  resmen açıklamış olduğu  füze savar sisteminin    bir kısmını  Türkiye’de konuşlandırmak için  Ankara’ya baskı yaptığı anlaşılıyor.  AKP Hükümeti ise,  daha önce projeyi NATO şemsiyesi altında  kabul edebileceğini ABD’ye  bildirmiş olması  nedeniyle şimdi manevra sahasına sahip değil  ve köşeye sıkışmış durumda.   Yeni planlamaya göre, Romanya  ve Türkiye topraklarında konuşlandırılması tasarlanan  radarlar vasıtasıyla  İran’dan  fırlatılacak balistik füzelerin yörüngeleri  ateşleme anında tespit edilecek ve Doğu Akdeniz, Ege Denizi ve Karadeniz’de yüzer durumda bulunan gemilere monte  edilmiş SM-3 avcı füzelerinin ateşlenmesi vasıtasıyla füzeler daha yükselme safhasındayken imha edilecektir.

Türkiye İran ilişkileri açısından sorun şuradan kaynaklanıyor. AUY belgesinde İran’ın  esas tehdit odağı olarak belirtilmesi,  ayrıca   NATO’nun yeni  Stratejik Konsepti’nin “Yeni Füze Savunma Görevi”[2] bölümünde İran’ın  balistik füze  saldırısı olasılığının  temel bir tehdit olarak görülmesi nedeniyle, füze kalkanının   radar veya avcı  füzeleri unsurlarının  ülkemizde konuşlandırılması İran’a karşı hasmane bir hareket olarak tanımlanacaktır. Dahası, İran’ın  bu projeyi,  kendisine  karşı  gerçekleştirilmesi tasarlanan  bir saldırıya misillemede bulunma imkanlarının  elinden alınmasını öngören  bir  hazırlık olarak görmesi kaçınılmazdır. Yani Tahran projeyi İran’a karşı ABD ve/veya İsrail  tarafından planlanan saldırının ön  hazırlığı ve Türkiye’yi de saldırganların   suç ortağı olarak görecektir.

ABD’in gerçekte bir füze kalkanına ihtiyacı  var mı?

Esasında İran’ın şu anda elinde menzili 1200 km. ve 2000 km. olan balistik füzeler  mevcuttur. Bunlar, konvansiyonel  başlıklarla  kullanıldığı takdirde Avrupa kıtası için ciddi bir tehdit oluşturmaz. Ancak, yoğun bir şekilde  kullanıldıkları  takdirde İsrail’e  veya Ortadoğu’daki ABD hedeflerine karşı ciddi  bir tehdit oluşturabilirler. Diğer taraftan, ABD kaynaklarına göre,  İran’ın  kıtalararası balistik füze yeteneği kazanması en iyimser tahminle 2015’ten önce mümkün değildir.  Bu tarihte, İran,  bir varsayım olarak,  nükleer başlıklı  balistik füzelerini  ABD’ye karşı kullanırsa, ABD,  İran’ın füzeleri bugünkü imkanlarıyla dahi havada imha edecek, buna mukabil anında İran’a karşı  muazzam nükleer mukabele  sistemini  harekete  geçirme hakkı doğacaktır. Bu itibarla, İran’da hiçbir Hükümet ABD’ye karşı nükleer silah kullanmayı hatırından dahi geçiremez.

Ancak, İran’ın nükleer  balistik  füzelere ve  nükleer silaha sahip olması, bunu kullanamasa dahi,  Tahran’a  bölgede büyük prestij ve siyasi ağırlık  sağlayacak, dini rejimin temellerin pekiştirecek ve   İran’ın ABD’ye karşı direnişini kuvvetlendirecektir. Ayrıca, nükleer silahlara sahip bir İran, bölgedeki diğer devletleri de bu silaha sahip olmaya  teşvik edecektir. Örneğin, Mısır ve Suudi Arabistan gibi Arap devletlerinin  nükleer silaha sahip olmaları, bölgedeki askeri dengeyi  tamamen İsrail  aleyhine değiştirecektir. Bu durum İsrail tarafından olduğu kadar, ABD açısından da kabul edilebilir değildir.

Yukarda vermiş olduğumuz izahattan, ABD’nin füze kalkanı sistemini  bu aşamada, şu amaçlarla kurmaya çalıştığı söylenebilir:
 
(1) İran üzerindeki baskıyı artırmak  ve kuşatılmışlık endişesi altında bırakmak suretiyle  Tahran’ı nükleer zenginleştirme faaliyetinden  vazgeçirmek ve  nükleer alandaki tüm çalışmalarını   Uluslararası Atom Enerjisi Ajansı kontrolüne tabi tutmasını sağlamak.
(2) İran nükleer tesislerini imha etmek amacıyla yapılabilecek bir  hava bombardımanında,  İran’ın balistik füzelerini etkisiz hale getirerek  İsrail’e ve Ortadoğu’daki  ABD silahlı ve sivil unsurlarına misilleme yapmasını önlemek.
(3) Füze kalkanı projesi, İran’ı vurmak için bir ön hazırlık olarak değerlendirilebilir. Bu niteliğiyle  İran’a  karşı bir saldırıyı sürekli gündemde tutma  niteliğine sahiptir. Irak ve Afganistan savaşları devam ederken Başkan Obama’nın  İran’a bir saldırı emri verme noktasından hayli uzak olduğu  yolundaki  değerlendirmenin gerçekçi olduğu kuşkusuzdur. Ancak, 7 Haziran  1981’de Irak’ın Osirak  reaktörünü  hava bombardımanıyla  tahrip eden İsrail’den son zamanlarda  sık sık yükselen “gerekli görürsek İran’ı vururuz” şeklindeki açıklamaları hafife alınmamalıdır. Obama, Ortadoğu’da kendisi tarafından kontrol edilemeyecek  bir sürecin başlamasına karşıdır. Ancak, endişe  verici olan husus, Obama’nın İsrail’i kontrol etme yeteneğini kaybetmiş olmasıdır.
(4) ABD, Projeyi NATO çatısı altında gerçekleştirmek suretiyle İran’ı izole etmeye yönelik önlemlere yeni bir ivme kazandırmaktadır. 

AKP Hükümeti’nin  çıkmazı

Yeniden düzenlenen NATO Stratejik Konsepti19-20  Kasım’da  yapılacak Lizbon toplantısında onaylanacaktır. Bu toplantıda  “Aşamalı Uygulanabilir Yaklaşımı” içeren füze kalkanı projesinin 2011’den itibaren Türkiye’den başlamak üzere uygulanması da  gündeme gelecektir. Çünkü Türkiye’nin  konumu, İran’dan fırlatılan  bir balistik füzenin “ilk fırlatılma aşamasında” (boost phase) sıfır hızdan, saniyede 1200 m. hıza ulaşmasına kadar olan safhada imhası için son derece etkili  bir platform oluşturmaktadır. Türkiye’ye konuşlanmış  radar sistemlerinin saptadığı  balistik füzeler, Karadeniz’de seyir halinde olan  AEGİS’lerdeki avcı  füzeler tarafından ilk merhalede imha edilecek  ve tehdit daha  başlangıçta etkisizleştirilmiş olacaktır.  İlk  evrede bu yapılamadığı takdirde,  daha yüksekte, daha fazla süratle uçan  füzenin imhası daha zorlaşacaktır. Önleyici füzelerin kara platformlarına konuşlandırılmasında da  Türk topraklarının  gündeme gelmesi olasıdır.  AEGİS gemilerinin Karadeniz’e geçme ve burada  kalma süreleri konusunda, Türkiye’nin Montrö Antlaşması hükümlerini  yumuşatması hususunda Washington’un ısralı talepleriyle karşılaşması da büyük bir olasılıktır.

 AKP Hükümeti, istekli olmasa da, önceden kendini “angaje”  etmiş olduğu  ve ABD ile diğer Batılı ülkelerin tepkisine maruz kalmamak  için,  bir NATO üyesi olarak füze kalkanı projesi  içinde  yer alma  zorunluluğunu hissetmektedir.  Ancak, NATO bünyesinde bu konuda cereyan eden müzakerelerde Dışişleri Bakanı  Davudoğlu, “belgelerde İran  tehdit odağı  olarak gösterilmemeli”  ve “sistem Türkiye’nin  tamamını güvence altına almalı” gibi görüşler ileri sürerek ve  bunların basın yoluyla İran’a intikalini sağlayarak, Tahran’la bir füze kalkanı krizi yaşanmasını önlemek istemektedir. Ne var ki, korku ecele çare değildir. Yukarda belirttiğimiz üzere, AUY ve yeni NATO stratejisi belgelerinde İran  ana tehdit kaynağı olarak gösterilmektedir.  Bu itibarla, Türkiye’nin  füze kalkanı sistemi  içinde yer almasıyla  birlikte, dünya kamuoyuna yüksek sesle “ben İran’ın nükleer silah yapma gibi bir olmadığına kefil olurum”  demek ihtiyatsızlığında bulunan Başbakan Tayyip Erdoğan kendi kendini  yalanlamış olacaktır.   



[1] Fact Sheet on U.S. Missile Defense Policy, A "Phased, Adaptive Approach" for Missile Defense in Europe, 17 September 2009, THE WHITE HOUSE Office of the Press Secretary
[2] NATO 2020, Assured Security ; Dynamic Engagement, 17 May 2010, s.11

31.07.2014
 
 
.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder