3 Şubat 2015 Salı

İŞ ÖCALANI AFFA DOĞRU GİDİYOR..



 İŞ  ÖCALANI  AFFA  DOĞRU GİDİYOR..



Eymür: İş Öcalan'ı affa doğru gidiyor

MİT Kontrterör Dairesi eski başkanı Mehmet Eymür, PKK ve Kürt sorununda gelinen noktayı NTV’de değerlendirdi.

  'MİT'ten de sabote edenler olabilir'

MİT Kontrterör Dairesi eski başkanı Mehmet Eymür.


   'Her çatışmanın bir sonu vardır'

CIA'in eski direktörü John Deutch, NTV’ye açıklamalarda bulundu.
  

TERÖR TRAFİĞİ  

20 Eylül İlk kritik randevu Başbakanlık Konutu’nda yapıldı. Devletin güvenlik zirvesi Başbakan Erdoğan'ın başkanlığında biraraya geldi.
Aynı gün, MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın da Amerika Birleşik Devletleri’nde olduğu ortaya çıktı. Fidan, PKK terörünü CIA ve ulusal güvenlik yetkileriyle görüştü.
19 Eylül zirvesinin ardından, hükümetle BDP biraraya geldi.
26 Eylül İçişleri Bakanı Beşir Atalay sürpriz bir şekilde Kuzey Irak'a gitti. Mesut Barzani ile görüşen Atalay, PKK ile mücadelede destek istedi.
27 Eylül Aysel Tuğluk, Abdullah Öcalanla görüştü: Öcalan eylemsizliğin sürmesini istiyor ancak burada devlete de görev düşüyor... Barışa yakınız, daha yakınız...
28 Eylül Irak'taki Amerikan Kuvvetleri’nin komutanı Orgeneral Lloyd Austin, ekibiyle Ankara'ya geldi.
Genelkurmay Başkanı ve İçişleri Bakanı Beşir Atalay’la görüştü, Dışişleri'nde Müsteşar Vekili ile biraraya
geldi.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay, Pazar günü Suriye'ye hafta başında da İran'a gidecek.
Türkiye, ABD ve Irak arasındaki üçlü mekanizma da Ekim ayında Türkiye'de toplanacak.  

   

Güncelleme: 02:34 TSİ 

29 Eylül. 2010 Çarşamba

Terörle mücadele konusunda Ankara merkezli hareketlilik yaşanıyor.

19 Eylül'deki güvenlik zirvesiyle başlayan, yurt dışı ve yurt içi pekçok kritik temasla sürdürülen trafik bu haftasonu da devam edecek.

İçişleri Bakanı Beşir Atalay, PKK'yla mücadele konusunda Kuzey Irak Bölgesel Yönetimi’ne iletilen talepleri, Suriye ve İran'da yineleyecek.


Terörle mücadelede yaklaşık 10 gündür sürdürülen başdöndürücü trafikle ilgili, eski MİT’çi Mehmet Eymür, Canlı Ana Haber’de Can Dündar’ın sorularını yanıtladı:

Abdullah Öcalan Türkiye’ye getirildiğinde, ‘beni kulanın, ben her türlü işbirliğine hazırım’ demişti. Devlet bunu değerlendiremedi mi?
Ben o dönemi tam bilmiyorum, uzaktım. Ama tabi ki faydalanılabilinirdi. Hatta yıl 2011 ve aradan epey zaman da geçti.

Sizin döneminizde yakalama çabaları, operasyon hazırlıkları vardı sanıyorum.
Bir takım temaslar yapılıyordu. Suriye ile temastaydık ve canlı getirmeyi umuyorduk.

Canlı getirmekte amaç, şimdikine bezer bir yöntemle yararlanmak mıydı?
İlişkilerini ortaya çıkarmak, kimden yardım aldığı noktasında sorgulamak ve adalete teslim etmek düşünceseydik. Bunun gerçekleşmesi için içten ve dıştan çok fazla engel vardı.

İçerideki engellerin sebebi neydi?
Terörün devam etmesinde medet umanlar vardı ve hala da vardır.

Bugün de varsa işimiz zor mu?
Biraz zor. Bakıyorum da olaylar bitmiyor. Ateşkes varken olaylar oluyor, bu daha önce de yaşanmıştı.

Bunlar provokasyonları engellemenin bir yolu var mı?
Yok. İçimizdeki nüveleri bulmak lazım.

Savaşı bu kadar kar getiren bir şey olmaktan mı çıkarmak lazım?
O zaman savaştan fayda umanlar başka şeyler bulacaklardır. Bir BOP projesi var, petrol savaşı var ve bunlar dikkate alınmalı. Ama yine de bu kanın durması lazım.

Bu diyalog süreci tamamen gizli servisler yoluyla yapılmalı. Gerekirse dağdakilerle görüşülmeli ama gizli şekilde yapılmalı. Tabi bu rencide edici bir şey. O kadar şehit verilmiş. Daha dikkatli şekilde yapılması lazım. Örneğin Habur girişleri rencide ediciydi.

Şu anda süreci MİT mi götürüyor?


Bilemiyorum. MİT’in içinde de fikir ayrılıkları olduğu kanaatindeyim. Görüşelim diyenler olacağı gibi görüşmeyelim diyenler de olacaktır. MİT’ten bu süreci sabote edenler de çıkabilir. İnsan faktörü her yerde aynıdır.

‘Askerler devre dışı ve daha çok MİT öne çıktı’ deniyor.
Yeni müsteşarın faaliyetleri bunu gösteriyor.

Müsteşar Hakan Fidan’ın CIA’le tamasları nasıl yorumlanmalı?
O bölgede ABD’nin etkinliği çok fazla ve samimi bir işbirliği olursa faydalı olur. Barzani ile muhakkak iyi ilişkiler kurmak gerekir.

Barzani işin neresinde sizce?
Barzani kendi geleceği için de barış ister. Öbür taraftan, fazla risk almayabilir de. Soydaşlarını kollayacaktır. Daha önce Barzani PKK ile savaşırken bizden mühimmat ve silah desteği istedi ama veremedik. O zamanlardan küskünlüğü var bize karşı.

Şu an örgütle neyin görüşmesi yapılıyordur?
Şartlar görüşülüyordur. Silah bırakıp dönülürse ne olacağının ayrıntıları konuşuluyordur.

Bu ayrıntılar ne olabilir? Örneğin ETA’da kapsamlı bir af ve rehabilitasyon programı yapıldı. Dağdakiler silahsızlandırılarak topluma kazandırılıyor. Öyle bir şey olabilir mi?
Daha önce de söylemiştim. Liderlerini affetmiyorlar da alttakileri af ediyorlar. Lider altındaki adamı bırakır mı? Yapılacak olan bütünüyle ve kapsamlı bir aftır.

Öcalan da katılmalı bu affa? 


Öcalan 1998’de Suriye’den çıkarıldığında politize olma süreci başladı...

Bu korkutucu mu yoksa hayırlı mı? 


Hep onu söylüyorum. Bütün komşularla kavga eden, savaşan, içinde terörle yaşayan bir ülke olmaktan çıkmalıyız.

Öcalan’ın af kapsamında olması, Türkiye tarafından kabullenilebilir mi?
Ben oraya varacağını düşünüyorum ve iş oraya doğru gidiyor.


Öcalan’ın örgüt üzerindeki hakimiyeti nedir sizce?
Bence hala hakim. Muhakkak dinlemeyen kişiler de olacaktır. Ama hala güçlü olduğunu düşünüyorum.

Terör biterse, Kürt sorunu da biter mi?
Ben Kürt sorununun suni yaratılmış bir sorun olduğunu düşünüyorum. Türkiye’de, bu işin ustaları var ve başka sorunlar çıkartabilirler. Azınlıklarla, halkımızın diğer renkleriyle ilgili olabilir bu. Bir ara Aleviliği kaşıdılar. Her zaman bunlar vardı ve öyle geldik öyle gidiyoruz. Değişik bir manzara görmedik şimdiye kadar.

Çözüm için uzun bir süreç deniyor. Ne kadar uzun, biz görür müyüz bu işin bitiğini; riskleri de var mı, kamuoyu neye hazırlıklı olmalı?
Bir kere bir af çıkacaksa, aftan sonra bir şeyler yapanları hiçbir şekilde affetmemek lazım. Ağır cezalar verilmeli. Bence iyi nasıl elenecek onu da düşünmek gerekir. Kime ne dereceye kadar af gelecek. Bir takım kişilerin ceza almaları gerekecek. O ne kadar hafifletilecek. Tüm bunlar iyi düşünülmeli.

Şu anki yöntem sağlıklı mı?
Çok açığa çıktı ve bu çok rahatsızlık veriyor.


http://www.ntv.com.tr/arsiv/id/25135837/#storyContinued


..

1 Şubat 2015 Pazar

Pet ve Rol




Pet ve Rol

Enerji bakanımız çıkıp alel acele "Petrol sevkiyatı başlamadı daha, sadece boru hattını deniyoruz. Prova bu" diye boşuna söylemedi.
Bizim muhalefet bu fotoğraflara bakmaz.
Görmez, işitmez.



Pet ve rol

03 TEMMUZ 2014

Dünyada tüm savaşlar, darbeler ve sokak olaylarının ardında ENERJİ vardır."

Herkesin bildiği klasik bir laf bu.
Önemli olan bunu açmak.

Bugüne kadar açamadığımız için çok şey kaybettik.

Bu ülkede bizim muhalefet enerji savaşını bilmez, hiç konuşmaz.
Günlük iç siyasete kafasını gömer. Her yıl 60 milyar dolarlık enerji açığımız için tek projesi yoktur.

Şekillerle, değer yargılarıyla, etnik yapıyla uğraşır.
Dışarıya kördür.

Onun için Milli meselelerde gözünü dışarıdan saldırana dikmez.
İçeride iktidara saldırır, sokak olaylarında en önde yer alır.
Dışarının ekmeğine yağ sürer.

Yıl 1927... İspanya'da Başbakan Primo De Rivera dönemi.

Halkın tamamı "Rivera için ölürüz" diyor. Sömürge ülkelerden mallar geliyor, satılıyor, ülkeye oluk oluk ALTIN akıyor.
Refah düzeyi patlamış gidiyor.

Ancak Primo De Rivera'nın büyük bir sıkıntısı var. İspanya'da artık en büyük tüketim mallarından biri petrol.
Gelirlerin büyük kısmı enerjiye gidiyor.
Çünkü İspanya'nın bir gram petrolü yok.

Ülkeye petrol getirenler Amerikan ve İngiliz şirketleri.
Rivera bu şirketlerle masaya oturuyor. "Size para yerine mal verelim" diyor.
Petrol şirketleri kabul etmiyor.

Rivera ani bir kararla petrol şirketlerini devletleştiriyor.
Washington ve Londra ayağa kalkıyor.

Tüm istihbaratçılarını İspanya'ya gönderiyorlar. Ülkede ayaklanmalar başlıyor.
Rivera sonunda pes ediyor.
Petrol şirketleri ile masaya oturuyor.

İstedikleri tazminatları taksitle ödemek istiyor. Kabul etmiyorlar. İspanya'ya ambargo başlıyor.
Bu arada bir sürü olaylar yaşanıyor.
Ülke petrolsüz kalıyor. Tüm araçlar kontak kapatıyor. Ülke karanlığa gömülüyor.

Her yerde devlet adamları suikasta kurban gidiyor.
Halkı sokaklara döküyor petrol şirketleri ve darbe yapıyor.
Bir zamanlar ülkenin tamamının deli gibi sevdiği adam Fransa'ya kaçarak canını zor kurtarıyor.
Ve o ülkede felç olup ölüyor.

Bu arada aralarında Fas'ın da olduğu sömürgeler İspanya'nın elinden çıkıyor.
İşte böyledir petrol ve şirket savaşları.
Adamı indirip felç ederler.

Kimse bu ülkede 1.5 yıl öncesine bakmıyor.

Başbakan Erdoğan ABD'ye giderken havaalanında ki basın toplantısında İngiliz Reuters Ajansı muhabiri sormuştu; "K.Irak ile petrol anlaşmaları yaptınız mı?" diye.

Başbakan da "Evet yaptık ama diklenenler var. ABD'de de masada bunu da konuşacağız" demişti.
Herkes es geçti bu diklenenleri.

17 Aralık sabahı saat 05:00'te Kuzey Irak'tan boru hattı ile ilk petrol geldi.

Ve aynı gün sabaha karşı devlete operasyonlar başladı bu ülkede.
"Devrik Başbakan" diye fezlekeler bile hazırdı o gün.

Enerji bakanımız çıkıp alel acele "Petrol sevkiyatı başlamadı daha, sadece boru hattını deniyoruz. Prova bu" diye boşuna söylemedi.
Bizim muhalefet bu fotoğraflara bakmaz.
Görmez, işitmez.

Bir dostum fısıldadı dün;

"İran'dan gelen petrol bu ülkede olay oldu.
Halk bankası büyük yara aldı, itibarsızlaştırıldı.
O petrol ise TÜPRAŞ'a gitti.

TÜPRAŞ'ın esamesi okunmadı 17 Aralık'ta.
Peki TÜPRAŞ kimin? Ananas yiyenlerin!!!"

Evet dedik ya fotoğraflara da bakmıyoruz artık.

Enerji Bakanı'nın "Bu ülkede petrol bulursak asla açıklamam" sözlerini asla sorgulamayız.

Çünkü İran'da petrolü bulan ilk ŞAH'ın ölene kadar bunu neden sakladığını bilen yoktur bizde.Bizim siyasiler PET'i bilmez.

Dağıtılan ROL'e kaptırır kendini maalesef...

Belediye seçimlerini genel seçim zannedip, meydana çıkarlar "Mazotu 1 lira yapacağız" derler.
Hadi oradan!!!

Bekir Hazar

http://www.dunyavegercekler.com/haber/366-pet-ve-rol.html

Turkey - Türkler'in mi?



( Turkey )Türkler'in mi?

 

 Turkey Türkler'in mi?

Burada gösterdiği büyük başarılar onu gelecekte Bank of England'ın en tepesine kadar taşıyacak.
Yani İngiltere Merkez Bankası başkanlığına...
Yani Rotschild hanedanının bankasına...

Kasım 1908...
Meşrutiyet ilan edileli üç ay olmuş.
İstanbul'da hareketli saatler.
Çünkü yeni bir banka kuruluyor.

Henüz Turkey devleti dünya literatüründe yok.
İstanbul'da National Bank of Turkey'in açılışı yapılıyor.

Bu ülkenin adını taşıyacak harfler önce bankanın tabelasına yazılıyor.
Açılımı ise "Türkiye Milli Bankası"...
Topraklarımızdaki petrolün işletilmesi görevi ise Turkish Petroleum Company'e ait.

Görüldüğü gibi onun adının başında da "TÜRK" var.
Osmanlı imparatorluk sınırları içinde tam yetkili.
O petrolü çıkarıp satacak, gelen para yeni kurulan TÜRK MİLLİ BANKASI'na yatacak. Kulağa çok hoş geliyor.

Bankanın yönetim kurulu başkanlığına atama yapılıyor.
Adı Sir Henry Babington.

İngiltere kraliçesinin Sömürge Bakanlığı'nda Himdistan Genel Valisi olarak görev yapan Lord Elgin'in yanında yıllarca çalışıp pişirilmiş bir beyefendi.

Transvaal Savaşı'nı yöneten kabinede Kraliçe'nin Hazine Bakanlığı'na terfi etmiş.

Artık piştiğine göre "Yeni sömürge" adayına atanması lazım.
İşte tutmuşlar onu bizim topraklara göndermişler.
Adam sömürgeleştirmeden ve PARA'dan çok iyi anlıyor nasılsa.
Adı "TURKEY" olan bankanın başına oturtmuşlar.

Burada gösterdiği büyük başarılar onu gelecekte Bank of England'ın en tepesine kadar taşıyacak.
Yani İngiltere Merkez Bankası başkanlığına...
Yani Rotschild hanedanının bankasına...

İşte bu Sir Babington yönetim kurulu başkanı olduğu TÜRKİYE MİLLİ BANKASI'nın başına bir genel müdür atadı hemen.
O genel müdürün adı da Ernest Cassel'di.

Ernest Yahudi bir işadamıydı ve Kral Edward'ın yakın dostuydu.
Winston Churchill'in da kankasıydı.

Yahudi Ernest'in en büyük özelliği ise büyük bir FİNANSÖR'dü...
Sultan Abdülhamid'in devrilmesi için uygulanan PROJE'de PARA'lar ondan geliyordu. Tam on bin altın vererek içeride HAİNLER satın almıştı.

O hainleri de İngiliz Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Lord Sanderson'la görüşme şerefine gark etmişti.

İşte yerli işbirlikçilerin bastırmasıyla bir petrol şirketi ve bir banka ile girdiler bu ülkeye.

Osmanlı topraklarında petrolün haritasını çıkaran bir Padişah'ı devirdiler.
Bu yapı aynı zamanda Cumhuriyet tarihinde birçok bakanı ve müsteşarı tayin eden yapıdır.

Abdülhamid devrilir devrilmez bu yapı tarafından Said Halim Paşa Sadrazamlığa getirilmiştir.

Said Halim Paşa da Hazine-i Hassa'ya ait olan bütün toprakların işletmesini National Bank of Turkey'e vermiştir.

Yani adı Türk olan, yahudinin genel müdürlüğünü yaptığı İngiliz bankasına.

Yukarıda anlattığım tüm olaylar Süleyman Kayabaşı'nın 6. Baskı yapan "OPERASYON" adlı kitabında yazıyor.

Okuyun ve ağlayın. "Eğer adı TURKEY olan bankanın arşivleri açığa çıkarsa Milli Mücadele'de efsaneleşen bazı isimlerin...

İttihat ve Terrakkici olup bize kahraman diye yutturulan bazı komutanların nasıl hain olduğunu göreceksiniz.

Hain yaftası vurulan subay ve komutanların ise hangi amaçla karşı tarafa sızdırıldığını da anlayacaksınız.

Bu bankalardan hisse ve maaş alan Türkler...
Ve AYDINLAR...

Türklüğünüzden utanacaksınız..."

Aynen böyle yazıyor o kitabın sayfalarında.

Bugün YENİ TÜRKİYE'nin verdiği savaş işte hala içimizde olan bu YAPI iledir.

Tüm operasyonlar DÜNYA ENERJİ BORSASI olma yolunda kaçınılmaz bir sürece giden bu ülkeyi YÖNETME savaşıdır.

Ya biz... Ya da o YAPI ve HİZMETKARLARI...
Karar sizin, bizim, hepimizin!!!

Bekir Hazar

 

 http://www.dunyavegercekler.com/haber/347-turkey-turkler39in-mi.html

.

Şehid Edilen Şalcı Bacı




Şehid Edilen Şalcı Bacı 

 

 

 


YIL 1926... Yer Erzurum... Şehirde gizli bir heyecan var... Bir kadın asılacak... Osmanlılar zamanında kadınlar idam edilmezmiş... Bir meydana bir sehpa kurulmuş...
Jandarmalar kadını götürüyorlar... Kadın çarşaflı... O tarihte Anadolu'da bütün Müslüman kadınlar çarşaflıydı... Kadının suçu ne? Yeni çıkartılan Şapka Kanunu'nu tenkit etmiş...

Kadın bohçacılık yapan ve "Şalcı Bacı" adıyla tanınan bir vatandaş.İdam edilmeye götürülürken Erzurum ağzıyla "Kadın şapka giye ki asıla..." diye söyleniyor. Kadın söyleniyor, kadın sürükleniyor, kadın asılacak...

Jandarmalar ite kaka kadını sehpanın yanına götürüyor. Kara yüzlü cellat orada... Kadının boynuna yağlı ilmeği geçiriyor, ayaklarının altındaki sandalyayı çekiyor. Kadının vücudu titriyor, sallanıyor... Şalcı Bacının gırtlağından ölüm hırıltıları çıkıyor. Acaba o son dakika ve saniyelerinde Kelime-i Şehadet getirebildi mi? İnşaallah getirmiştir. Cellat kadının bacaklarından hızla çekiyor, boyun kemiğini kırıyor. Kadın ölüyor. Cesedi sehpada sabah rüzgarı ile sallanıyor. Titrek bir ezan sesi duyuluyor...

Bu kadının idam hükmünü Çetin Altan'ın dedesi Tatar Hasan Paşa vermiştir. Altan bu konuda şu satırları yazmıştır:

"Dedem Hasan Paşa çok sert bir askerdi. İsmet Paşa topçu okulunda öğrenci iken, Hasan Paşa okul müdürüydü. Sonrası ünlü komutanlar olan o dönemin öğrencileri, anlatıp dururlar Hasan Paşa'nın sertliğini. Bir şapka isyanını bastırmakla görevlendirildiği bir kentte, hızını alamayıp bir de kadın asmıştı. Sanırsam siyasal suçtan ilk asılan kadın odur tarihimizde. Kadın sehpaya çıkmadan önce "Ben bir hatun kişiyim. Şapka ile ne derdim ola ki" demiş galiba. Ben o tarihte henüz doğmamışım. Çok ama çok sonradan öğrendim bunları. Ve inanın ince sızı gibi tatsız bir burukluk kaldı içimde."

Gazeteci Nimet Arzık, bu olayı duyduğunda bir hikâye yazmış (gerçek hikâye) ve başlığını "Şalcı Bacı Asılmaya Gidiyordu" koymuştur.

Şalcı Bacı'nın asıldığı gün bütün Erzurum ağlamıştı. O dehşet günlerinde açıktan, herkesin önünde hıçkıra hıçkıra ağlamak suçtu. Rejime ve inkılaplara karşı gelmek demekti. Erzurumlular kıyıya kenara çekilmişler ve sessiz sedasız ağlamışlardı. Şalcı Bacı şehid olmuştu. Şalcı Bacı'yı şehid etmişlerdi.

Şapka yüzünden asılan, şehid edilen Müslüman sadece o mazlum kadın değildi. Ülkenin nice yerinde idamlar sergilenmişti. Ulemâdan İskilipli Âtıf Efendi, Babaeski müftüsü ve daha binlerce kişi...

Şalcı Bacı Şapka Kanunu'na muhalefetten asılmıştı. O zavallı bir bohçacı kadındı. Sırtında bohçası, bohçasının içinde kumaşlar, havlular, başörtüleri; evden eve dolaşır, bir iki parça mal satarak ekmek parası çıkartırdı. Kocası var mıydı, çocukları var mıydı? Bilmiyorum. Mutlaka kendisini sevenler, ona acıyanlar vardı. Çok ağladılar ama gözyaşları ölüleri diriltmiyordu.

Şalcı Bacı'yı astılar, sehpada sallanan cesedini bir iki gün, halkı korkutmak, dehşete düşürmek için teşhir ettiler, sonra kaldırıp bir çukura gömdüler.Acaba cenazesi yıkandı, kefenlendi mi, namazı kılındı mı, kendisine rahmet okundu mu?

Şapka Kanunu'na muhalefet eden bir âsiye rahmet dilemek de o devirde büyük suçtu.

Âtıf Efendinin mezarı belli mi?

Şalcı Bacı'nın ahı ne oldu? Yerde kaldı, yerde kaldı. Bu ülkenin Müslümanları Şalcı Bacı'nın hakkını aramadılar.

Demokrasi geldi, az çok fikir hürriyeti var ama Şalcı Bacı'nın hiç olmazsa hatırasını temize çıkartacak bir girişim olmadı.

Rant olsaydı bu işte, Şalcı Bacı aklanırdı ama rant yoktu. Rant olmayınca bir kısım İslâmcılar harekete geçmezler, küçük parmaklarını bile kıpırdatmazlardı.

Şalcı Bacı Şalcı Bacı... Asıl ismi neydi acaba? Ardından bir Fatiha üç İhlas okuyan kaç kişi çıktı. Yâsin okuyan oldu mu acaba?

Aradan seksen seneden fazla zaman geçti, acaba şehid Şalcı Bacı için gıyabında cenaze namazı kılmak caiz olur mu?

Ah Şalcı Bacı... Bir Müslüman olarak senden utanıyorum...

Bir tek Şalcı Bacı'nın ahı bile bu memleketi uğursuzluk karanlıklarında bocalatmaya yeter de artar. Başka nice ahlar vahlar var.

Şalcı Bacı'ya, öteki mazlum şehidlere, zindanlarda çürüyenlere, sürgünlerde sefalet çekenlere, ezilenlere rahmet okuyorum.

Zalimlere lânet lânet lânet.

Gafil ve vefasız Müslümanlara ne desem bilmem ki...

En iyisi bir kenara çekilip ağlamak.

(İnternetten / Şalcı Bacı Şapka İdam / kelimeleriyle ararsanız tafsilatlı bilgi edinebilirsiniz.)

Mehmet Şevke Eygi
Gazeteci-Yazar
19 Aralık 2008 


..