YANITLANMASINI BEKLEDİĞİMİZ SORULAR
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ
selekdag@hotmail.com
ABD DIŞİŞLERİ BAKANKIĞI 1915 0LAYLARINI ETNİK TEMİZLİK OLARAK TANIMLIYOR. SOYKIRIM, ETNİK TEMİZLİK VE İNSANLIĞA KARŞI SUÇLAR ARASINDAKİ FARKLAR NELERDİR?
Amerikan yönetim sisteminin içine kurt gibi yerleşmiş olan etnik politika devleti içinden kurt gibi kemirir. Etkinliğini, devletin her kademesine, medyaya, finans çevrelerine ve sivil toplum örgütlerine sızmış olan etnik lobiler vasıtasıyla gösterir. Bu lobilerin bazıları o denli güçlüdürler ki, bunlar ABD Kongresi’nde oluşturdukları " Caucus " ler ile ülkenin siyasetine yön verebilirler. Lobilerin Kongre’deki uzantıları olan " caucus " ler belirli bir ülkenin çıkarlarını korumaya kararlı milletvekili ve senatör gruplarıdır. Bunların en güçlüsü İsrail "caucus"’üdür. İsrail lobisi Kongre üzerinde öylesine bir nüfuza sahiptir ki, ABD’nin Ortadoğu’ya yönelik politikalarının oluşturulmasında İsrail’in çıkarlarının kollanması daima ön plana çıkar. Bu durumun bir nedeni de, ABD sisteminde, dış politikanın oluşturulmasında yasama ile yürütme erklerinin eşit yetkiye sahip olmalarıdır. Diğer bir deyişle, Kongre de, ABD ulusal çıkarları ışığında dış politikanın oluşturulmasında aşağı yukarı başkan kadar söz sahibidir.
1975 yılında Türkiye’ye Kongre tarafından silah ambargosu konulması bu söylediklerimin tartışılmaz bir kanıtıdır. Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği yayılmacılığı tüm Batı dünyası için öncelikli ortak tehdit olarak değerlendirilirken, Yunan-Rum lobisinin etkisiyle ABD Kongresi, NATO’nun ön savunma hattındaki Türkiye’ye Kıbrıs’a müdahalesi nedeniyle silah ambargosu yaptırımı uygulamıştır… Ve ABD yönetiminin bu kararın ulusal çıkarlara zarar verdiğini ısrarla ileri sürmesine rağmen ambargo, Türkiye’ye hasım lobilerin baskısı nedeniyle, üç yıl süreyle kaldırılamamıştır.
Ermeni lobisi: Nuh diyor Peygamber demiyor
Türkiye’ye hasım lobilerin en başında gelen Ermeni lobisi de, ABD Kongresi’ndeki "caucus"’ü vasıtasıyla ülkemizin çıkarlarını baltalamak, imajını karartmak ve Türk-ABD ilişkilerine zarar vermek için hiçbir fırsatı kaçırmaz. Her yıl Türkiye’yi soykırımıyla suçlayan bir karar tasarısını Kongre’ye kabul ettirmek için var gücüyle çalışması muzır girişimlerinin sadece birini oluşturur.
Ermeni lobisinin ve Kongre’deki temsilcilerinin son zamanlardaki uğraşı, Türklerin Ermenilere soykırım yaptığını açıkça beyan etmeyen herhangi bir büyükelçi adayının Erivan’a atanmasını engellemek oldu. Amaçları, bu suretle Bush yönetimini Ermeni iddialarını kabule zorlamak... Lobinin bu konudaki ısrarlı tutumu nedeniyle de iki yılı aşkın bir süredir boş bulunan Erivan Büyükelçiliği’ne atama yapılamadı.
Erivan Büyükelçiliği’nin uzun müddet boş kalmasından rahatsız olan ABD Dışişleri kısa süre önce bu görevi doldurmak için tekrar girişimde bulundu ve bu göreve Kırgızistan Büyükelçisi Marie Yovanovitz’in atanmasının öngörüldüğünü Komite’ye bildirdi. Yovanovitz, Komite’de yaptığı konuşmada, 1915’te yaşanan "etnik kıyım ve zorla göç" sırasında 1.5 milyon Ermeni’nin hayatını kaybetmiş olduğunu söylemekle birlikte "soykırım" sözcüğünü ağzına almadı ve 1915 olaylarını "etnik temizlik" olarak tanımladı. Senatör Menendez’in "etnik temizlik" kavramının esasında "soykırım" ile ayni şey olduğunu Yovanovitz’e ısrarla kabul ettirme çabası da başarılı olmayınca, diğer bir Ermeni yanlısı senatör olan Barbara Boxer’in önerisiyle, bazı senatörlerin Yovanovitz’e ilettiği yazılı soruların cevaplandırılması için büyükelçi adayının onay süreci bir süre ertelendi. Sonuçta, bir hırpalama ve "beyin yıkama" sürecinden sonra Senato Büyükelçi Yovanovitz’in adaylığı onayladı.Komite’deki bu hengâme bir hususu açıkça ortaya koyuyor. Bu da, Bush yönetiminin bundan böyle 1915 olaylarını "etnik temizlik" olarak tanımlayacağıdır. Nitekim, Dışişleri Bakan Yardımcısı Dan Fried’in de kısa süre önce Ermeni iddialarını bu kavramla tanımlamış olması bu hususu teyit ediyor.
Soykırım ve etnik temizlik
1948 tarihli BM Soykırım Sözleşmesi uyarınca, bir suçun soykırım olarak nitelenmesi için, ulusal, etnik, ırksal veya dinsel bir grubun hedef olarak alınması ve kurbanların sırf bu gruplardan olmaları nedenine odaklanan özel bir kasıtla (dolus specialis) kısmen veya tamamen yok edilmeleri gerekiyor. Soykırım suçunun işlendiğini ispatlamak için savcıların, failin kurbanlarını sırf Sözleşme kapsamındaki dört gruptan birine mensubiyetleri nedeniyle ve grubun tamamının veya bir bölümün yok edilmesine odaklanmış zihinsel bir saplantıyla öldürdüğünü hiçbir kuşkuya meydan vermeyecek şekilde kanıtlamaları gerekiyor.
Bu noktadan hareketle UAD yukarda belirttiğimiz kararında etnik temizlik eylemlerine özel soykırım kastı eşlik etmedikçe bu eylemlerin soykırım oluşturmadığını şu şekilde açıklıyor:
"Ne bir politika konusu olarak bir alanın etnik açıdan türdeş hale getirilmesi, ne de böyle bir politikayı uygulamak amacıyla gerçekleştirilen operasyonlar, sadece bu halleriyle soykırım olarak tanımlanamazlar. Soykırımı niteleyen esas unsur, belirli bir grubu tümüyle veya kısmen yok etmektir. Bir grubun üyelerinin sınır dışına sürülmesi veya yaşadıkları bölgenin dışına çıkarılması, zor kullanarak gerçekleştirilmiş olsa bile, bu grubun imhasıyla eşdeğerde olmadığı gibi, böyle bir imha da yer değiştirmenin otomatik sonucu değildir. Bununla birlikte, bu belirtilen hususlar, etnik temizliğin hiçbir zaman soykırım oluşturmadığı anlamına da gelmez. Etnik temizlik amaçlı önlemler , ancak, grubun varlığını tamamen veya kısmen ortadan kaldıracak fiziki yaşam koşullarına (…) zorlanması halinde ve gerçekleştirilen eylemin grubu yaşadığı bölgenin dışına çıkarmak değil, yok etme özel kastı (dolus specialis) ile uygulanması durumunda bir soykırım olarak nitelenebilir."1
Bundan anlaşılan, katliamın boyutu çok büyük olsa da, özel kasıtla işlenmediği durumlarda cürümün soykırım oluşturmayacağıdır. Esasen bu nedenledir ki, etnik temizlik yapıldığına dair iddia ve bunu kanıtlayan unsurların mevcut bulunduğu, fakat özel kastın eksik olduğu vakıalarda, uluslararası ad hoc ceza mahkemeleri, bu iddialarla ilgili kovuşturmayı, insanlığa karşı suçlar veya savaş suçları kategorilerinde yapmışlardır.
İnsanlığa karşı suçlar
Eğer, 1915 olayları ABD yetkililerinin iddia ettikleri gibi 1.5 milyon Ermeninin yaşamını yitirdiği bir etnik temizlik olayı ise, bunun, insanlığa karşı suçları kodifiye eden Roma Statüsü’nün 7. maddesi çerçevesinde değerlendirilmesi gerekiyor. Bu madde uyarınca, "herhangi bir sivil topluluğa karşı geniş çapta veya sistematik nitelikteki bir saldırının bir parçası olarak işlenen suç eylemleri" insanlığa karşı suç oluşturmaktadır. "Saldırının bir örgüt veya devlet siyasasının uzantısı veya daha ileri götürülmesi" suçun gerçekleşmesinin temel şartıdır. Maddede sıralanan 11 suç eylemi arasında "toplu yok etme" ve "halkın sınır dışı edilmesi veya zorla nakli" de bulunmaktadır.
İnsanlığa karşı suçun oluşması için suçun maddi ve manevi unsurlarının yetkili bir mahkeme önünde kanıtlanması zorunludur. Tanınmış bir akademisyen ve uluslararası ceza hakimi olan Antonio Cassese "toplu yok etme" suçunun oluşması için gerekli maddi unsurların şunlar olduğunu belirtiyor:
(1) Sanığın veya astının bazı ismi verilmiş ve tanımlanmış kişilerin öldürülmesine katılması.
(2) Fiil veya ihmalin, hukuka aykırı ve kastî olması.
(3) Fiil veya ihmalin yaygın ve sistematik bir saldırının bir parçasını oluşturması. (4) saldırının herhangi bir sivil nüfusu hedef alması. 2
Roma Statüsü’nün 30. maddesinde ayrıntılı olarak belirtilen manevi unsurun oluşması içinse, failin, eylemleri yaygın veya sistematik bir saldırının bir parçası olarak ve bu bilinçle gerçekleştirmesi zorunludur. Uluslararası ceza hukuku alanında tanınmış otorite William Schabas bu konuda, "Bir insanlığa karşı suçun faili ‘saldırı hakkında bilgiye’ sahip olmak zorundadır. Sözkonusu suçu işleme hususundaki genel bilgi ve kastın mevcudiyetine ilaveten bu manevi unsur, soykırım suçu için zorunlu olan ‘özel kasta’ nazaran daha yumuşak kriterler gerektirir" demektedir. 3Bu bakımdan, Bakan Yardımcısı Dan Fried’den Türkiye’ye yönelttiği "1.5 milyon Ermeninin telef olduğu etnik temizlik" suçlamasının maddi ve manevi unsurlarının kimler tarafından nasıl saptandığını ve bu suçun hangi yetkili hukuki merci tarafından karara bağlandığını sormak hakkımızdır.
İkinci bir sorumuz daha var. Birinci Dünya Savaşı sonunda İngiltere’nin İstanbul’un işgali sırasında, Ermenilere karşı vahşet ve katliam suçundan Sevres Antlaşması’nın 230’uncu maddesi gereğince yargılanmaları öngörülen ve aralarında Osmanlı devlet adamları, generaller ve yüksek kamu görevlilerinin de bulunduğu 144 kişi tutuklanmış ve bunlar kanıtlar toplanıncaya kadar Malta adasına sürülmüştü. Ancak, Osmanlı ve İngiliz arşivlerinden sonra ABD arşivlerinde de büyük bir titizlikle yapılan araştırmalar sonucunda sanıkları suçlayacak hiçbir belge kanıt ve "görgü tanığı" bulunamayınca, İngiltere Kraliyet Başsavcısı’nın 29 Temmuz 1921 tarihli kararıyla dava düşmüş ve Malta sürgünleri serbest bırakılmıştı. Bu durumda, acaba ABD Dışişleri Bakanlığı, Türklerin Ermenilere katliam yaptığını kanıtlamak için 88 yıl önce Amerikan arşivlerinde fellik fellik arayıp da bulamadığı belgeleri şimdi mi buldu?
Sayın Dan Fried’den bu iki sorumuza açıklama beklerken, İngiliz tarihçi Arthur Ponsonby’nin şu veciz sözlerinin bugün de geçerliliğine inandığımızı belirtmek istiyoruz.
"Yalan ve asılsız sözlerle insanların zihnine kin ve nefret şırınga edilmesi, savaşta hayat kaybına neden olmaktan çok daha büyük kötülüktür. İnsanlık ruhunun kirletilmesi, insan vücudunun tahribine nazaran daha kötü ve sakıncalıdır." 4
01.09.2008
http://www.yanki.com.tr/?/yazi/270/YANITLANMASINI-BEKLEDIGIMIZ-SORULAR
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder