11 Şubat 2016 Perşembe

RAHİP CİNAYETLERİ VE

 
 
RAHİP CİNAYETLERİ VE
 
 
 
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ

Rahip cinayetleri, halkımızın hoşgörüye  ve insani değerlere dayanan  kültürünü ve inançlarını  yaraladığı gibi,Türkiye’nin dünyadaki imajını karartıyor ve hasım mihrakların  eline ülkemize karşı yürüttükleri  olumsuz  propaganda kampanyası  için etkili bir koz veriyor. Bunun yanında, Avrupa ülkelerinde  yerleşik  Türk işçi ve aileleri ile Türk soylu kişilere  yönelik ırkçı  eylemlere de  malzeme ve gerekçe oluşturuyor.
Bu sorunun üzerine son derece cesur ve kararlı bir şekilde gidilerek önlenemediği takdirde, ülkemiz için yaratacağı tehdit hakkında bir fikir vermek için, kısa süre önce  İzmir’de Meryem Ana Kilisesi  rahibi Adriano Françini’yi bıçaklayan Ramazan Bay’ın, saldırısının gerekçesi olarak söylediği dehşet  verici sözleri sizlere anımsatmak isterim. Ramazan Bay diyor ki, “ Rahip Santoro  ve Hırant Dink  cinayetlerini işleyen katillerin toplumda  kahraman gibi gösterilmesi beni  etkiledi. Ben de onlar  gibi hareket edersem, kahraman ve ünlü olacağımı ve hayatımı kurtaracağımı düşündüm ve bu nedenle Rahibi bıçakladım…”

Olaylar Raslantısal ve Bireysel Nitelik Yansıtmıyor

Her nekadar,  sözkonusu saldırı ve cinayetler bugüne kadar resmi makamlar  tarafından “ münferit ”, “ yerel ” ve “ bireysel ”  olaylar olarak değerlendirilmişse de, işlenen suçların görünenden daha derin boyutlarının olduğuna  ve aralarında bir tür bağlantı bulunduğuna  delalet eden  vakıa  ve karineler giderek su yüzüne çıkıyor.

Olayların ortak noktaları üzerine eğilmeden önce,  cinayet ve saldırı dizisine  bir göz atalım.  Hırant Dink cinayetinden  iki hafta sonra  Trabzon’da Santa Maria Kilisesi  Rahibi Andrea Santoro Pazar ayini çıkışı  göğsünden kurşunlanarak öldürüldü. Ondan  altı ay sonra  Samsun’da  Katolik Mater Dolorosa Kilisesi  Rahibi Pierre Brunisen  bıçaklandı. Ardından,  2007 Nisan’ında  Malatya katliamı vuku buldu.  Beş genç, Hıristiyanlık üzerinde kitaplar hazırlayan Zirve Yayınevi’ni basarak  biri Alman vatandaşı  üç din adamını  bıçakla hunharca doğradılar. Bu olayı  İzmir’de rahip Adriayano Françini’nin bıçaklı saldırıya uğraması izledi. 
Bu suçların faillerinin ortak noktalarının başında, biri hariç, hepsinin yaşlarının  16 ila 21 arasında bulunması; hepsinin eğitimsiz ve yoksul olmaları; çoğunun vukuatının olması ve İlk bakışta   kendi başlarına hareket ediyor gibi görünseler de, arkalarında bir “ Ağabey ”in , bir “ Azmettiricinin ” bulunması geliyor.
İkinci ortak nokta da, her olayda  faillerin veya azmettiricilerin devlet içinde bağlantılarının bulunması, saldırılardan önce bu devlet görevlileri ile fail veya azmettiriciler arasında telefon görüşmeleri yapılması,  soruşturmayı yapma sorumluluğu olan  bazı görevlilerin kanıtların toplanmasında ciddi kuşkular uyandıran ihmalleri olması ve davanın seyrini  etkileyecek girişimlerde  bulunmalarıdır.
Önemli bir ortak nokta da soruşturma sürecine ilişkindir. Aynen Hırant Dink ve Danıştay  suikastlarında  olduğu gibi, rahip Santoro’nun öldürülmesi ve Malatya katliamında da basına yaygın şekilde akseden usulsüzlük ve ihmaller nedeniyle, soruşturmaların güvenilirliği hakkında   ciddi kuşkular doğmuştur. Görevlilerin, bir yere sırtlarını dayadıkları izlenimini yaratacak şekilde   delilleri pervasızca yok etme girişimleri düşündürücüdür.
Tüm bu hususlar bir arada ele alınıp değerlendirildiği takdirde, rahip cinayetlerinin “münferit”, “ bireysel” ve rastlantısal olaylar olmadığı kanaati kuvvetlenmektedir.

Rahip Cinayetleri Hangi Saikten Kaynaklanıyor?

Hıristiyan din adamlarına yönelik benzer saldırıların  birbirini izlemesi, sırf Türkiye çapında  ses getirecek bir eylem yaparak meşhur olmak için Hıristiyan  din adamlarını yok edilecek hedefler olarak seçmekten kaçınmayan sapıkların  türediği çok tehlikeli bir taassup ve  bağnazlık ortamının mevcudiyetine  işaret ediyor.
Bu ortamın gelişmesinde sosyo-ekonomik nedenlerin etkisi göz ardı edilemese de,  temel etken Türkiye’de güçlenen dinci yapılanma ile buna koşut olarak azan dini fanatizmdir. Radikal yazarı Türker Alkan bu durumu şöyle değerlendiriyor: “ …Rahip cinayetlerini ve 2007’nin asıl karakterini açıklayacak şey , ideolojik ortamdır. Dinci ideolojinin  ağır bir saldırısıyla  karşı karşıyayız. Bakanların  ve üst düzey  bürokratların türbanlı eşlerinin  verdiği mesaj ‘İslami ideoloji’dir.   Bu ideoloji  toplumda hızla yayılıyor. AKP’nin seçim zaferi bu yayılmayı hızlandırmıştır.” (Radikal, 01. 01. 2008)

Trabzon’da Rahip Santoro’yu vuran çocuğun annesinin  oğlu cezaevine girerken TV kameralarına dönerek “oğlum Allah için yatacak” dediğini anımsayanlar Sayın Alkan’ın görüşlerinin doğruluğunu takdir edeceklerdir.

Ulusal Çıkarlarımız  Zarar Görüyor

Hıristiyan din adamlarına karşı vahşet olaylarının devam etmesi,  Türkiye’nin dünyadaki imajını bulandırma ve ulusal çıkarlarımıza ağır zarar verme potansiyeline sahiptir.
Nitekim, Türkiye’deki bazı Hıristiyan mezheplerinin temsilcilerinin “Hıristiyanlara yönelik  cinayet ve eylemler  nedeniyle cemaatlerinin korku içinde yaşadıklarını” belirtmiş olmaları, Hollanda  Protestan Kilisesi ile  Dünya Kiliseler Birliği’nin  Türkiye’yi Birleşmiş Milletlere  şikâyet etmesine  ve  bunun bir sonucu olarak Birleşmiş Milletler Din Özgürlükleri Raportörü’nün  ülkemizi takibe almak lüzumunu hissetmesine yol açmıştır.
Bu hususları dikkate alarak Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) bir ortak deklarasyon ile,  ahlaki, vicdani ve siyasi yönleri olan  bu sorunun üzerine kararlılık ve cesaretle gidilmesinin  ve karanlık olayların  üstündeki perdenin  kaldırılarak bu suçların  tekerrürünün önlenmesinin, Türkiye’nin  herkesinin kimliğine, dinine ve mezhebine saygıyı öngören büyük tarih geleneği ve kültürü  açısından bir vecibe olduğunu ve    ülkemiz   çıkarları açısından da  kritik bir önem taşıdığını açıklamalıdır.

Tabii ki, bu hususta esas görev  Türk Hükümetine düşmektedir. Fakat,  TBMM de bu husustaki yaklaşımını ve iradesini bir deklarasyonla açıklarsa, bu, hem ülkemizdeki bazı kesimlerdeki rahatsızlığı sona erdirecek, hem de dışardaki hasım mihrakların olayları ülkemiz aleyhine istismar etmelerini önleyecektir.
Değerli okurlarım,  geride bıraktığımız yılın son haftasında  TBMM kürsüsünden  bu şekilde bir öneride bulundum. Ancak, bu girişimimden henüz bir sonuç alabilmiş değilim. Oysa,  son zamanlarda karşılaştığımız vahşet tabloları, ne tarihimizi, ne inancımızı,  ne de kültürümüzü yansıtıyor.  Bu ülkenin vatandaşları olarak bizler, hiçbir şekilde, insanları kökeniyle, diniyle, mezhebiyle değerlendiren bir kültürün parçası değiliz. Hepimiz,  “ 72 millet birdir ” diyen, herkesin kimliğine, dinine, inancına  saygı göstermeyi kabul eden büyük bir tarih geleneğinin içinden geliyoruz. Bu bakımdan önerdiğim şekilde bir TBMM açıklamasının  yapılmasını, bizlere  bu kültürel geleneği kazandıran, hoşgörüyü   ve “ Yaradılanı Yaradandan Ötürürü Sevmeyi ”  öğreten  Hacı Bektaşi Veli ve  Mevlana Celalettin Rumi’ye  de borçluyuz. 
 

15.02.2008
 
 
..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder