RAHİP CİNAYETLERİ VE
ŞÜKRÜ ELEKDAĞ
Rahip cinayetleri, halkımızın hoşgörüye ve insani değerlere dayanan kültürünü ve inançlarını yaraladığı gibi,Türkiye’nin dünyadaki imajını karartıyor ve hasım mihrakların eline ülkemize karşı yürüttükleri olumsuz propaganda kampanyası için etkili bir koz veriyor. Bunun yanında, Avrupa ülkelerinde yerleşik Türk işçi ve aileleri ile Türk soylu kişilere yönelik ırkçı eylemlere de malzeme ve gerekçe oluşturuyor.
Bu sorunun üzerine son derece cesur ve kararlı bir şekilde gidilerek önlenemediği takdirde, ülkemiz için yaratacağı tehdit hakkında bir fikir vermek için, kısa süre önce İzmir’de Meryem Ana Kilisesi rahibi Adriano Françini’yi bıçaklayan Ramazan Bay’ın, saldırısının gerekçesi olarak söylediği dehşet verici sözleri sizlere anımsatmak isterim. Ramazan Bay diyor ki, “ Rahip Santoro ve Hırant Dink cinayetlerini işleyen katillerin toplumda kahraman gibi gösterilmesi beni etkiledi. Ben de onlar gibi hareket edersem, kahraman ve ünlü olacağımı ve hayatımı kurtaracağımı düşündüm ve bu nedenle Rahibi bıçakladım…”
Olaylar Raslantısal ve Bireysel Nitelik Yansıtmıyor
Her nekadar, sözkonusu saldırı ve cinayetler bugüne kadar resmi makamlar tarafından “ münferit ”, “ yerel ” ve “ bireysel ” olaylar olarak değerlendirilmişse de, işlenen suçların görünenden daha derin boyutlarının olduğuna ve aralarında bir tür bağlantı bulunduğuna delalet eden vakıa ve karineler giderek su yüzüne çıkıyor.
Olayların ortak noktaları üzerine eğilmeden önce, cinayet ve saldırı dizisine bir göz atalım. Hırant Dink cinayetinden iki hafta sonra Trabzon’da Santa Maria Kilisesi Rahibi Andrea Santoro Pazar ayini çıkışı göğsünden kurşunlanarak öldürüldü. Ondan altı ay sonra Samsun’da Katolik Mater Dolorosa Kilisesi Rahibi Pierre Brunisen bıçaklandı. Ardından, 2007 Nisan’ında Malatya katliamı vuku buldu. Beş genç, Hıristiyanlık üzerinde kitaplar hazırlayan Zirve Yayınevi’ni basarak biri Alman vatandaşı üç din adamını bıçakla hunharca doğradılar. Bu olayı İzmir’de rahip Adriayano Françini’nin bıçaklı saldırıya uğraması izledi.
Bu suçların faillerinin ortak noktalarının başında, biri hariç, hepsinin yaşlarının 16 ila 21 arasında bulunması; hepsinin eğitimsiz ve yoksul olmaları; çoğunun vukuatının olması ve İlk bakışta kendi başlarına hareket ediyor gibi görünseler de, arkalarında bir “ Ağabey ”in , bir “ Azmettiricinin ” bulunması geliyor.
İkinci ortak nokta da, her olayda faillerin veya azmettiricilerin devlet içinde bağlantılarının bulunması, saldırılardan önce bu devlet görevlileri ile fail veya azmettiriciler arasında telefon görüşmeleri yapılması, soruşturmayı yapma sorumluluğu olan bazı görevlilerin kanıtların toplanmasında ciddi kuşkular uyandıran ihmalleri olması ve davanın seyrini etkileyecek girişimlerde bulunmalarıdır.
Önemli bir ortak nokta da soruşturma sürecine ilişkindir. Aynen Hırant Dink ve Danıştay suikastlarında olduğu gibi, rahip Santoro’nun öldürülmesi ve Malatya katliamında da basına yaygın şekilde akseden usulsüzlük ve ihmaller nedeniyle, soruşturmaların güvenilirliği hakkında ciddi kuşkular doğmuştur. Görevlilerin, bir yere sırtlarını dayadıkları izlenimini yaratacak şekilde delilleri pervasızca yok etme girişimleri düşündürücüdür.
Tüm bu hususlar bir arada ele alınıp değerlendirildiği takdirde, rahip cinayetlerinin “münferit”, “ bireysel” ve rastlantısal olaylar olmadığı kanaati kuvvetlenmektedir.
Rahip Cinayetleri Hangi Saikten Kaynaklanıyor?
Hıristiyan din adamlarına yönelik benzer saldırıların birbirini izlemesi, sırf Türkiye çapında ses getirecek bir eylem yaparak meşhur olmak için Hıristiyan din adamlarını yok edilecek hedefler olarak seçmekten kaçınmayan sapıkların türediği çok tehlikeli bir taassup ve bağnazlık ortamının mevcudiyetine işaret ediyor.
Bu ortamın gelişmesinde sosyo-ekonomik nedenlerin etkisi göz ardı edilemese de, temel etken Türkiye’de güçlenen dinci yapılanma ile buna koşut olarak azan dini fanatizmdir. Radikal yazarı Türker Alkan bu durumu şöyle değerlendiriyor: “ …Rahip cinayetlerini ve 2007’nin asıl karakterini açıklayacak şey , ideolojik ortamdır. Dinci ideolojinin ağır bir saldırısıyla karşı karşıyayız. Bakanların ve üst düzey bürokratların türbanlı eşlerinin verdiği mesaj ‘İslami ideoloji’dir. Bu ideoloji toplumda hızla yayılıyor. AKP’nin seçim zaferi bu yayılmayı hızlandırmıştır.” (Radikal, 01. 01. 2008)
Trabzon’da Rahip Santoro’yu vuran çocuğun annesinin oğlu cezaevine girerken TV kameralarına dönerek “oğlum Allah için yatacak” dediğini anımsayanlar Sayın Alkan’ın görüşlerinin doğruluğunu takdir edeceklerdir.
Ulusal Çıkarlarımız Zarar Görüyor
Hıristiyan din adamlarına karşı vahşet olaylarının devam etmesi, Türkiye’nin dünyadaki imajını bulandırma ve ulusal çıkarlarımıza ağır zarar verme potansiyeline sahiptir.
Nitekim, Türkiye’deki bazı Hıristiyan mezheplerinin temsilcilerinin “Hıristiyanlara yönelik cinayet ve eylemler nedeniyle cemaatlerinin korku içinde yaşadıklarını” belirtmiş olmaları, Hollanda Protestan Kilisesi ile Dünya Kiliseler Birliği’nin Türkiye’yi Birleşmiş Milletlere şikâyet etmesine ve bunun bir sonucu olarak Birleşmiş Milletler Din Özgürlükleri Raportörü’nün ülkemizi takibe almak lüzumunu hissetmesine yol açmıştır.
Bu hususları dikkate alarak Türkiye Büyük Millet Meclisi (TBMM) bir ortak deklarasyon ile, ahlaki, vicdani ve siyasi yönleri olan bu sorunun üzerine kararlılık ve cesaretle gidilmesinin ve karanlık olayların üstündeki perdenin kaldırılarak bu suçların tekerrürünün önlenmesinin, Türkiye’nin herkesinin kimliğine, dinine ve mezhebine saygıyı öngören büyük tarih geleneği ve kültürü açısından bir vecibe olduğunu ve ülkemiz çıkarları açısından da kritik bir önem taşıdığını açıklamalıdır.
Tabii ki, bu hususta esas görev Türk Hükümetine düşmektedir. Fakat, TBMM de bu husustaki yaklaşımını ve iradesini bir deklarasyonla açıklarsa, bu, hem ülkemizdeki bazı kesimlerdeki rahatsızlığı sona erdirecek, hem de dışardaki hasım mihrakların olayları ülkemiz aleyhine istismar etmelerini önleyecektir.
Değerli okurlarım, geride bıraktığımız yılın son haftasında TBMM kürsüsünden bu şekilde bir öneride bulundum. Ancak, bu girişimimden henüz bir sonuç alabilmiş değilim. Oysa, son zamanlarda karşılaştığımız vahşet tabloları, ne tarihimizi, ne inancımızı, ne de kültürümüzü yansıtıyor. Bu ülkenin vatandaşları olarak bizler, hiçbir şekilde, insanları kökeniyle, diniyle, mezhebiyle değerlendiren bir kültürün parçası değiliz. Hepimiz, “ 72 millet birdir ” diyen, herkesin kimliğine, dinine, inancına saygı göstermeyi kabul eden büyük bir tarih geleneğinin içinden geliyoruz. Bu bakımdan önerdiğim şekilde bir TBMM açıklamasının yapılmasını, bizlere bu kültürel geleneği kazandıran, hoşgörüyü ve “ Yaradılanı Yaradandan Ötürürü Sevmeyi ” öğreten Hacı Bektaşi Veli ve Mevlana Celalettin Rumi’ye de borçluyuz.
15.02.2008
..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder